4 Kasım 2011 Cuma

Tuvalet versus Lavabo

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni okuyalı uzun zaman olmuş. Kitap okurken karakterler gözünüzde ete kemiğe bürünür ya, hatta eğer sonrasında bir vakit -kitap filme çekilmişse- filmini görürseniz “Ama bu, o değil ki!” dediğiniz olur (ya da tersi), o şekilde birtakım belli belirsiz görüntüler geliyor gözümün önüne.  Sabina’yı, Tomas’ı veya Tereza’yı, hayal meyal gözümde canlandırabiliyorum ancak. Asıl hatırladığım, Milan Kundera’nın kitap boyunca yer yer aktardığı kitsch sözcüğüne dair anekdotlar. Bu anekdotlardan birisini alıntılamak istiyorum:

“Dünyanın Tanrı tarafından yaratıldığına inananlarla kendi kendine varlığa kavuştuğunu düşünenler arasındaki tartışma, aklımızın ya da deneyimlerimizin çok ötesindeki fenomenler alanına girmektedir. Çok daha gerçek olan, varlığı insana armağan edildiği biçimiyle (nasıl ya da kimin tarafından olursa olsun) kuşkuyla karşılayanlarla onu olduğu gibi, hiç karşı çıkmadan kabul edenleri birbirinden ayıran çizgidir.
İster dini olsun ister politik, bütün Avrupalı inançların ardında, bize dünyanın eksiksiz yaratıldığını, insan varoluşunun iyi olduğunu, bu nedenle de çoğalmamız gerektiğini söyleyen Yaradılış Kitabı’nın birinci bölümü yatar. Bu temel imana ‘varoluşla kesin uzlaşma’ adını verelim.
Son zamanlara kadar bok lafının basında b.. olarak geçmesinin ahlâki kaygılarla hiçbir ilgisi yoktur. Bokun ahlâksızlık olduğunu öne süremeyiz herhalde, değil mi? Boka karşı çıkma metafizik bir karşı çıkıştır. Her gün yaptığımız dışkılama işi yaradılışın kabul edilmezliğinin günbegün kanıtlanması demektir. Ya/ya da: Ya bok kabul edilebilir bir şeydir (bu durumda banyonun kapısını kilitlemeyelim) ya da kabul edilemeyecek bir biçimde yaratılmışız demektir.
Bundan da şu çıkıyor demek ki; ‘varoluşla kesin olarak uzlaşma’nın önerdiği estetik ülkü, bokun reddedildiği ve herkesin bok yokmuş gibi davrandığı bir dünyadır. Bu estetik ülkünün adı kitsch’dir.
Kitsch, o duygusal ondokuzuncu yüzyılın ortasında doğmuş Almanca bir sözcüktür, oradan da Batı dillerine geçmiştir. Ne var ki çok sık kullanılmaktan özgün metafizik anlamını kaybetmiştir sözcük; kitsch, sözcüğün hem gerçek hem de eğretileme anlamında, bokun kesin reddidir, kitsch insan varoluşunda temelden kabul edilemez olan herşeyi kapsam dışına atar.”

Son yıllarda ‘kibar’ olmanın adeta alâmet-i farikası sayılan ‘tuvalet’ yerine ‘lavabo’ ifadesinin kullanımının, aklıma bu yazıyı getirmesinin nedeni anlaşılmıştır sanırım. Bu yapay kibarlık furyasından kendini korumak kolay da değil üstelik. Dile yerleşmiş bir kelime yerine yapay bir şekilde bir yenisi ikâme ediliyor (üstelik her ikisi de daha önce farklı kavramları tanımlamak için kullanılmış), bu kullanım zaman içinde normalleşiyor ve ardından bu kelimeyi tercih etmeyenler kaba, görgüsüz tipler olarak görülüyor. Doğrusu bu kullanımı ben de pek yadırgamıyorum artık. Gerçi bazı lokantalarda garson, ya da herhangi bir görevli “Pardon, tuvalet nerede?” şeklindeki sorunuza, alaycı bir ifadeyle (handiyse gülmesine zor engel olurcasına) “Lavabo, şurada...” vs. tarzında bir yanıt verince o iğreti kibarlık gösterisi bana çok ahmakça görünüyor. Geçen gün başıma gelen durumsa evlere şenlik. Bir kafenin tuvaletindeyim, yanımda bir kadın var. Lavabonun önünde klasik el yıkama, saç düzeltme durumları. Ardından kadın lavaboya sırtını dönüp, kapalı olan tuvalet kapısını işaret ederek, “Lavabo dolu mu?” diye sorunca önümde lavabo, arkamda tuvalet bir an olsun afalladıktan sonra "Hmm, evet..." diye bir şeyler geveleyebildim ancak. Bu kadarı biraz ahmakça olmuyor mu sizce de?

Hiç yorum yok: