30 Ağustos 2012 Perşembe

Ordan burdan dizeler

… Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır…

dizeleri aklıma geldi Murathan Mungan’dan [1], ajandama not ettiğim cümleyi görünce, 3 Eylül 2010 tarihinin altında. Aynı gün ameliyat olmuşum. Ameliyat sırasında gönderilmiş, ben de not etmişim oraya –sonra bir vakit muhtemelen–. Bugün eski ajandalardan birinde yazdığım bir yazıyı ararken gördüm cümleyi:
“Seni öylesine düşledim ki yitirdin gerçekliğini.”
Egon Schiele - Autumn sun and trees

O ana dair söylenmiş adeta. O süreçte öyle duyumsamıştım. Şimdi okuduğumda bir şiirin dizeleri olabileceği aklıma geldi, öyleymiş:
Seni Öylesine Düşledim Ki
Seni öylesine düşledim ki yitirdin gerçekliğini.
Bu canlı bedene sahip olmanın ve benim taptığım sesin çıktığı  bu ağzı öpmenin daha zamanı değil midir?
Seni öylesine düşledim ki senin gölgeni kucaklaya kucaklaya, göğsümün üstünde kavuşmaya alışmış olan kollarım belki de senin belini saramayacak.
Beni günler boyu ve yıllar boyu yöneten ve kendine çeken gerçek
görüntün karşısında bir gölge gibi kalacağım kuşkusuz.
Ey duygusal dengeler.
Seni öylesine düşledim ki zaman yok artık uyanmama hiç kuşkusuz.
Ayakta uyuyorum, yaşamın ve aşkın bütün görünümlerine sunulmuş
beden ve sana, benim için bugün tek önemli şey olan sana, senin
alnına ve dudaklarına belki de hiç dokunamam, ilk gördüğüm birinin
dudaklarına ve alnına dokunduğum kadar.
Seni öylesine düşledim, görüntünle öylesine yürüdüm, konuştum,
yattım ki görüntün bile silindi gözlerimin önünden ve yine de yaşamının güneş saati üstünde ağır ağır gezinen ve gezinecek olan gölgeden bir kat daha koyudur gölgen, görüntüler arasında görüntün eksiksizdir. 
Robert DESNOS (Çeviri: Eray CANBERK)
[1] Murathan Mungan’ın “Yalnız Bir Opera” şiirinden.

Kaktüs çiçeği

Pazar (26 Ağustos) itibariyle –maalesef– İstanbul’a döndüm. İstanbul yine nemli, sıcak ve bunaltıcıydı. Evden ayrı kaldığımda odamı özlemiş olurum, bu sefer odamı bile özlememişim. Yine de bizi bekleyen güzel bir sürpriz varmış evde.

Mutfak penceresinin önünde dizili kaktüslerden birisi çiçek açmış: HARİKULADE!


Kaktüslerin çiçekleri bana hep şaşırtıcı gelmiştir; bizdekiler öyle ya da. Uzunca bir sapın ucunda koskocaman bir çiçek. İnce sap çiçeği taşıyamamış ve yarısından lif lif ayrılmaya başlamış. Annem bir çıtayla gövdeyi desteklemeye çalıştı. “Ertesi gün, günışığında fotoğrafını çekerim,” diye düşündüm başta. Annem hatırlattı, bir günlük olabilirmiş kaktüsün çiçeği. Ben de bir iki fotoğraf çekiverdim o an iyi kötü. İyi ki çekmişim; ertesi gün sap çiçeği taşıyamayıp kopmuştu. Çiçek birkaç gün de ufak bir bardağın içindeki suda yaşamaya devam etti, soldu sonra. Olur mu bilmem kurutmak için yerleştirdim bir kitabın arasına, belki bir mektup ya da karta iliştirip gönderirim bir arkadaşa.