27 Ekim 2011 Perşembe

Persona'ya Giriş

Ingmar Bergman’ın en sevdiğim filmlerinden olan Persona, farklı okumalara açık, eleştirilmesi ve yorumlanması güç bir film. Muhteşem fotoğraf kareleri olarak da görülebilecek bir çok sahnenin yer aldığı, görsel anlatım gücünün son derece etkileyici olduğu, müziğin filmdeki duygular ve ortam üzerinde oldukça başarılı bir etki uyandırarak tamamlayıcı bir görev üstlendiği, her sahnesiyle sizi büyüleyebilecek eşsiz bir başyapıt. Herhangi bir sahnesi üzerine sayfalarca yazı yazılabilecek, pekâlâ edebi bir metin olarak da görülebilecek, varoluşa dair bir manifesto niteliği taşımasının yanı sıra “kadın”ı toplumsal ve psikolojik bağlamında sorgulayan Persona’da, Bibi Andersson ve Liv Ullmann kusursuz oyunculuklarıyla harikalar yaratıyor.

Raymond Lefévre; Ingmar Bergman üzerine yazdığı kitapta “Persona” için “Persona, eleştiriye elverişli olmayan film türünün ta kendisidir. Bu hem kesin, hem kayıp giden, hem açık, hem bir kaç anlama çekilebilen, hem aydınlık, hem gizemli bir filmdir. Çelişkilerin ve kıyaslamaların filmidir.[1]” demiş. Dolayısıyla yorumlarımın benim algılayışımla sınırlı olduğunu, kimisinin benim hezeyanlarımdan(!) ibaret olduğunu söylemeliyim, bu alıntıya da sığınarak. Zaten bu yazıdaki amacım filmin konusuna, olay örgüsüne dair bir şeyler söylemek değil, filmle ilgili bir kaç yorumda bulunmak, bazı notlar aktarmak...

Filmdeki iki ana karakter Elisabeth ve Alma adında iki kadın. Elisabeth, başarılı bir tiyatro oyuncusudur, ve bir gün gösteri sırasında aniden durmuş, susmuş ve bir daha da konuşmamıştır. Elisabeth, getirildiği psikiyatri servisinde kendisine bakmakla görevlendirilmiş Hemşire Alma ile doktorun boş olan deniz kenarındaki yazlığında kalmaya gider. İki kadının burada geçirdiği süre, yaşamlarına ve kendilerine dair bir çok şeyi ortaya koymanın yanı sıra, çok daha genel anlamda varoluşsal bir çok soruna da atıfta bulunmaktadır. Bergman, hayatla meselesi olan bir yönetmen olarak bu filmde de esasında hayata dair bir takım sorular sormaktadır. Bergman’ın Persona’sındaki temalar daha bir çok filminde de karşımıza çıkar. Bergman döne döne bu temel problemleri filmlerinde işlemiştir.

Doktorun, Elisabeth’le konuştuğu bölüm (uzun bir monolog) filmdeki etkileyici sahnelerden sadece birisi. Elizabeth’in hareketsiz ve sessiz olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Bu kısmı alıntılamak istiyorum:
Benim anlamadığımı mı sanıyorsun? Var olmak denilen o umutsuz düşü... Olur gibi görünmek değil, var olmak. Her an bilinçli, tetikte... Aynı zamanda başkalarının huzurundaki varlığınla kendi içindeki varlık arasındaki o yarılma... Baş dönmesi ve gerçek yüzünün açığa çıkarılması için o bitimsiz açlık... Ele geçirilmek, eksiltilmek ve hatta belki de yok edilmek... Her kelime yalan... Her jest sahte... Her gülümseme yalnızca bir yüz hareketi... İntihar etmek? Hayır. Fazlasıyla iğrenç... İnsan yapamaz ama hareketsiz kalabilir, susabilir. Hiç değilse o zaman yalan söylemez. Perdelerini indirip, içine dönebilir. O zaman rol yapmaya gerek kalmaz, bir kaç farklı yüz taşımaya ya da sahte jestlere. Böyle olduğuna inanır insan. Ama gördüğün gibi gerçeklik bizimle dalga geçer. Sığınağın yeterince sağlam değil. Her tarafından yaşam parçaları sızıyor ve tepki vermeye zorlanıyorsun. Kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor. Kimse sen gerçek misin yoksa yalan mısın demiyor. Bu sorunun yalnızca tiyatroda bir önemi olabilir. Belki orada bile değil. Seni anlıyorum Elisabeth, susmanı anlıyorum. Hareket etmemeni anlıyorum. İsteksizliğini fantastik bir sisteme bağlamışsın. Anlıyor ve hayranlık duyuyorum. Bitene kadar bu oyunu oynamalısın. Ancak o zaman bırakabilirsin. Tıpkı diğer rollerini bıraktığın gibi bunu da yavaş yavaş bırakırsın.
....
Elisabeth’in avucunun altında sakladığı fotoğrafı gören Alma’nın, bu fotoğraf üzerine konuşmaları gerektiğini söyleyip yaptığı uzun konuşma da oldukça etkileyici sahnelerden bir diğeri. Bu monoloğun tamamen aynı kelimelerle ancak farklı bir kamera açısıyla verilen tekrarı Bergman’a hayran olmak için bir başka neden.
Her iki monolog da gayet kişisel yargılar içerse de, aslında insana dair, kadına dair çok şey anlatıyor. Buradaki ifadelerin eskidiğini, ya da hayatlarımızda bir karşılığı olmadığını söylemek olası mı?



Rahatsız edici bir çok sahnenin yer aldığı, bu hissi yoğunlaştıran kamera-ışık, müzik-ses-gürültü kullanımı ile insanda tekinsizlik ve kesif bir yalnızlık hissi uyandıran Persona’nın giriş bölümü, barındırdığı görmeye alışık olmadığımız bir çok sembolle üzerine bir şeyler söylemek istediğim bir diğer bölüm...

Persona (Re-dub) from Ross Dickson on Vimeo.
Bu bölümde, bir filmin teknik bileşenlerini (film projektörü, kamera, film şeridi vs.) göstererek Bergman, film çekim süreci üzerine izleyiciyi düşündürmeyi mi amaçlamaktadır? Yoksa izleyeceğimizin adeta teknik bir olay olduğunun, art arda yer alan sahnelerin montajlanmasının filmi oluşturduğunun mu altı çizilmek istenmektedir? Girişte yer alan bu görüntülerden kimi kesitleri filmin içinde de zaman zaman görürüz. Kimileri filmdeki sahnelerin içinde ve filmin bir parçası gibi yer alır. Örneğin bu giriş parçasının sonunda yer alan (muhtemelen) bir isyan veya protestoya ait görüntüler (alevler içindeki bir insan bedeni), Elisabeth’in hastane odasında televizyonda izlediği haber görüntülerinden bir parçadır. Erkek çocuğun önünde beliren dev ekranda, zaman zaman eliyle ekrandaki yüzlere dokunarak izlediği iki kadının görüntüleri, Elisabeth ve Alma’nın kaldıkları yazlık evin banyosunda, aynanın önünde rüya mı gerçek mi kesin olarak bilinemeyen (düşsel) sahnelerde yer alan görüntülerden kesitlerdir. Ayrıca giriş sahnesinin filmden bağımsızmış izlenimi doğuran kimi sahneleri, filmin ortasında bir yerde adeta filmi bölerek tekrar yer almaktadır.

Şimdi sırasıyla giriş bölümündeki tüm bu görüntüleri anlatmaya çalışacağım:
Giriş bölümünde ilk olarak siyah ekranın solunda beyaz bir parlaklık görürüz. Parlaklık büyürken bunun sağ alt köşesinde daha ufak bir parlaklık ortaya çıkar. Işık arttıkça bunun bir film projektörünün ışığı olduğu fark edilir. Film makarasının hızlıca akışını seyrederiz. START yazısıyla geri sayım başlar, ekranda 11’den geriye sayılar belirir teker teker: 11, 10, 9, 8, 7. Tüm bu sayılar baş aşağı yer almaktadır. 6 rakamı yerine ise erekte olmuş bir erkek penisi yer alır ekranda. Projektörü tekrar görürüz. Geri sayım devam etmektedir. Muhtemelen son saniyeye gelindiğinde (burada rakamlar belirgin değildir-en azından benim için-) film makarasının negatifinde bir çizgi film karesi belirir. Bu, gölde ellerini ve yüzünü yıkayan bir kız çocuğudur, ekranda yine baş aşağı yer almaktadır. Film şeridi akmaya devam eder. Ekranda bu sefer film karesinden yansıtılmayan gerçek çocuk elleri görürüz. Ellerini birbiri üzerinden geçirmektedir. Muhtemelen çizgi filmdeki el yıkama sahnesinin bir benzeri, ya da onun özdeşi... Daha sonra ekranın sağ alt köşesinde -bir müzik eşliğinde- sessiz bir filmden sahneler görürüz. Bunu, müziğin sesinin azalmasıyla beraber ekranın büyük bir kısmını kaplayan bir tarantula imajı takip eder.

Ardından aynı müzik tekrar duyulur. İlk olarak ekranda koyun yünü benzeri bir obje belirir. Bir adamın elleri bu objeyi iki tarafından kavramış ve sıkmaktadır. Kamera uzaklaşınca bunun bir koyunun kesik kafası olduğu ortaya çıkar. Adam sıktıkça kafanın altından kan akmaktadır. Kamera hayvanın gözüne odaklanır. Bu tamamen açık vaziyette donuk bir gözdür. Ardından hayvanın (ıslak, kaygan) iç organlarının çıkarılışını görürüz.
Müzik tekrar kesilir. Avuç içi açık ve yukarıya dönük, zemine dayalı bir el, belirir ekranda. Elin tam ortasında, sivri ucu elin ayasına bastıran bir çivi bulunmaktadır. Ardından çivinin ele çakılmasını izleriz. Bir nevi çarmıha gerilme hikayesine atıfta bulunan bu sahne iç sıkıntısını daha da arttırır. Çivinin ele girdiği noktada kan birikir. El acıyla kasılır. Sadece parmakların örümceğin bacaklarını andırır şekilde acı içinde kasılmasını izleriz, arka plandaki sesle çivi ve çekicin birbirine temas ederken çıkardığı ses dışında bir ses -acıdan kaynaklanan bir inleme veya haykırma- duyulmaz.
Karlı bir orman silueti kaplar ekranı. Uzun ağaç gövdeleri vardır ekranda, üst kısımlarını görmeyiz ağaçların. Kuş sesleri, sinek vızıltısını andıran seslerle beraber, ne olduğuna tam da karar veremediğim tonar bir ses duyulur geri planda. Yalnızlık hissini daha da pekiştirir bu orman manzarası. Kuş sesleri sonlanırken boş bir sokak manzarası belirir. Yaşama dair hiç bir şey yoktur adeta etrafta, belki halen duyulan sinek vızıltısı sesi. Bir kaç bina görürüz, binaların birinin yanında karların kürendiği bir tepelik oluşmuştur. Önceden yağmış ve kirlenmiş bir kardır bu. Karın dahi geçmişe dair oluşu, bu yaşamayan, adeta terkedilmiş sokak imajını pekiştirir niteliktedir. Merdiven kenarlarındaki tırabzanların keskin ve sivri yapısı da tartışmasız tehlike ve tehdit algısı yaratan bu manzarayı tamamlayıcı bir görev üstlenir. Önceki görüntülerde yer alan çarmıha gerilme sahnesinin oluşturduğu dehşet hissi, bu sivri ve keskin yapıları vurgulanmış tırabzanlarla tekrar hissedilir.

Daha sonra ölü bedenler görürüz. Morg olduğu anlaşılan bir yerde bedenleri çarşafla örtülü sırt üstü uzanmış yatan ölü insan bedenleridir bunlar. Ancak bazılarının kolları, bacakları ve/veya yüzleri açıktadır. El ve bacaklarının duruşundan ölü oldukları anlaşılmaktadır. Görüntüler devam ederken sinek vızıltısını andıran ses de yok olur, sadece tonar ses duyulur geri planda. Kamera ise kollara, bazen bacaklara, bazen de yüzlere odaklanmaktadır. Ekranda beliren bir kadının gözleri aniden açılır ve açılır açılmaz sahne değişir. Çarşafla omuzlarının altından göğsüne kadar örtülü ergenlik çağının arifesinde bir erkek çocuğu yer alır ekranda. Tonar sesin yerini başka bir ses almıştır. Çocuk sırt üstü yatar vaziyette morgdaki diğer ölülerden biri gibidir. Ancak ardından yavaşça yana doğru döner ve çarşafı omuzlarının üstüne doğru çeker. Yavaşça dönmesinden mi, dönerken sergilediği doğallıktan mı emin olamasam da onun yaşıyor oluşu, hareket edişi şaşırtıcı gelmez, olması gerekenin tam da bu olduğu hissi duyulur hatta. Çarşafı omuzlarının üstüne çekmesiyle bacakları açıkta kalır. Doğrulur ve bacaklarını örter, ancak yatınca bu sefer omuzlarının açıkta kalacağı açıktır. Bunun açıklığı, eylemin boşunalığı iç sıkıntıyı (en azından bendeki) daha da arttırır. Çocuk yüz üstü döner, gözlüklerini takar, bir kitap koyar önüne. Açıp okumaya başlar.

Ardından gözleriyle bir şeyi izlediğini görürüz. Ekrandan bize doğru bakarken, doğrulur. Bu sefer çocuğun arkasından görmeye başlarız sahneyi, çocuğun önünde dev bir ekranın belirmesini izleriz. Film şeridinin akmasının sesi duyulur. Ekranda bir kadın yüzü vardır. Çocuk parmaklarıyla ekrandaki yüze dokunmaktadır. İki farklı kadına ait, gözleri bazen açık bazen kapalı yüzlerdir bunlar. Ekrandaki kadın yüzü sürekli değişmektedir. Görüntüler sürekli değildir, kopuk fotoğraf karelerini andırmaktadırlar bu şekilde. Önemli bir diğer ayrıntı da geri planda duyulan müzik kutusuna ait sestir. Müzik kutusundan çıktığı belli olan bu sesler, çocuğun kadını bildiğine, özlediğine ve hatta sevdiğine dair bir algı uyandırır.
Derken görüntüler ekranda filmin adının belirmesiyle sona erer. Ve ardından tek bir görüntü daha belirir giriş bölümüne ait. Bunlar (muhtemelen) bir isyana/protestoya ait görüntülerdir. Alevler içindeki insan bedeni saniyeden daha kısa süreliğine ekranda belirip kaybolur. Son olarak yönetmenin ismini görürüz ekranda. Bu görüntü giriş bölümünün bittiğini belirten bir işarettir aynı zamanda.

Kesilmiş hayvan, çarmıha gerilmeye atfen ele çakılan çivi, morgdaki ölüler, alevler içindeki insan bedeni vs. sürekli ölümü vurgulamaktadır. Ele çakılan çivide de alevler içindeki insan bedeninde de bu durumun bilinçli kabulü vardır sanki. Ölümün gerek bu imajlarla gerek seçilen mekan ve diğer objelerle vurgulanması izleyeceğimiz filme dair bir takım ipuçları da içermektedir kuşkusuz. Filmin ölüme dair, ama kuşkusuz esasında yaşama dair bir şeyler söyleyeceğini hissederiz.
Bir de zihnimi erkek çocuğunun neden morgda olduğu sorusu kurcalıyor. Çocuğun morgda oluşundan şaşkınlık duymadığı görülüyor, hatta bir ara üşümesi dışında rahatsız ya da korkmuş gibi de görünmüyor. Bu durumda morgun bir mekandan ziyade ruh halini yansıttığı da pekâlâ söylenebilir. Çocuğun önünde dev bir ekranın belirmesi, ekranda beliren kadın fotoğrafları, çocuğun ilgi ve belki sevgi, hatta özlemle bu görüntülere dokunması gerçek bir durumdan öte düşsel/hayali bir durumu (psikolojiye dair) yansıtmakta adeta. Çarmıha gerilme sahnesi de bu açıdan bakıldığında (İsa insanların günahlarına karşılık çarmıha gerilmiştir.) fiziksel bir durumdan öte psikolojik bir durumu işaret ediyor gibidir.
Giriş bölümünde Bergman bir yönüyle de duyulara seslenmektedir kanımca. Giriş bölümündeki imajların sembolik anlamlarının ötesinde, bu görüntüleri izleyen bizlerde duyularımıza ait farkındalık hissini yoğunlaştırdığını düşünüyorum.
Kesik koyun kafasını çevreleyen “yünün yumuşak dokusu” rastgele seçilmiş bir şey olmasa gerek. Bergman burada dokunma duyusunun altını çizmektedir kanımca. Tarantula tüylü yapısıyla bu duyuya da işaret eder gibidir, hakeza ellerin, giriş bölümü boyunca döne döne kullanılması da. Çivinin ele çakılması, kesilmiş koyunun (ıslak, kaygan) iç organlarının çıkarılışı, tırabzanların keskin ve sivri yapıları, daha çok görsel ve işitsel bir sanat olan sinemada dokunma duyusunu da işe dahil eder gibidir.
Sessiz bir filmden kareler kullanılması, seçilen mekanların sessiz ve izole yerler olması (morg, orman, boş sokak, vs.), film şeridinde görünen çizgi filmin konuşma sahneleri içermemesi ise adeta işitme duyusunu vurgulamaktadır.
Seçilen imajların kullanım şekli ve hatta doğrudan seçilen imajların kendileri, objelerin kamera hareketleriyle veya ışık kullanımıyla belirsizken belirgin hale gelmesi, projektör veya film şeridinin vurgulanması da görme duyusuyla ilgili değil midir bir bakıma?
Persona, başından sonuna kadar tüm algılarınız açık izleyeceğiniz bir Bergman başyapıtı. Daha detaylı bir analizi sonraya ertelerken, bu yazı başlıktaki gibi ancak “Persona’ya Giriş” mahiyetinde.
[1] Lefévre, R. , Ingmar Bergman, 1986, Afa Yayınları, İstanbul.

2 yorum:

YiYiT dedi ki...

önce filmi izlemek isteyen olursa :

http://rapidshare.com/files/28878607/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part01.rar
http://rapidshare.com/files/28879040/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part02.rar
http://rapidshare.com/files/29026642/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part03.rar
http://rapidshare.com/files/29026829/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part04.rar
http://rapidshare.com/files/29027031/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part05.rar
http://rapidshare.com/files/29027259/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part06.rar
http://rapidshare.com/files/29027560/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part07.rar
http://rapidshare.com/files/29027800/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part08.rar
http://rapidshare.com/files/29028004/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part09.rar
http://rapidshare.com/files/29025239/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part10.rar
http://rapidshare.com/files/29025438/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part11.rar
http://rapidshare.com/files/29025662/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part12.rar
http://rapidshare.com/files/29025841/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part13.rar
http://rapidshare.com/files/29026064/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part14.rar
http://rapidshare.com/files/29026282/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part15.rar
http://rapidshare.com/files/29026421/Persona.1966.DVDRip.XviD-UnSeeN_ViDANJOR_.part16.rar

Aylak dedi ki...

yalnız filmin olay örgüsü veya konusuna dair bir şey yok yukarıdaki yazıda. o yüzden filmi izlemeden okuyabilirsiniz. umarım yazı, filmi merak etmenize bir katkıda bulunur..