12 Ocak 2012 Perşembe

Nergis zamanı

Bilenler bilir, en sevdiğim çiçektir nergis. İstanbul’da Çingeneler fulya derler adına –bu da sebepsiz değilmiş, meğer nergisin bir türü bu şekilde adlandırılırmış  –  ben de fulya diye bilirdim adını.

Nergis öyle narin görünür ki, hafif bir meltem yetecek gibidir çiçeklerini koparıp almaya. Oysa kış çiçeğidir nergis, ocak-mart aylarında görünür çiçekçi tezgâhlarında. Mütevazı görünüşlüdür, asla gösterişli değildir, tam da bu yüzden daha bir sevdiğimdir. Kokusu öyle güzeldir ki, vazoya koyup odanın bir köşesine yerleştirdiğinizde, kapıdan eve girerken müthiş kokusu dolar burnunuza. Solmalarına yakın dayanamaz, bir iki çiçeği koparır, bir kitabın arasına koyarım kurutmaya. Çöpçü bir tarafım olduğundan biriktirdiğim bir dolu şey var kurumuş nergislerin yanı sıra. Konser biletleri, afişler, sinema biletleri, sergi broşürleri, tren biletleri, kartlar, mektuplar… Tüm bunları iliştirdiğim bir defterim var. Kimi zaman bir şiirin, kimi zaman okuduğum kitaptan bir parçanın veya izlediğim filmden bir repliğin, ya da gazeteden bir yazının da yer aldığı bu defterde –2.si bitmek üzere hatta– göndermediğim –hadi vermediğim diyelim– bir nota iliştirdiğim 2 kurumuş nergis:
.

Nergisi özel yapan bir diğer şeyse adını, Yunan Mitolojisi’ndeki Narcissus'tan (Narkissos da deniliyor) alması. Mitolojik destanlarda yaygın olduğu üzre farklı birçok şekli olan bu hikâyenin, benim bildiklerim arasında en sevdiğim haliyse Jay Macpherson’a ait olanı. Evdeki İngilizce bir kitaptan [1] yaptığım çeviri, naçizane:

Narcissus(Jay Macpherson)

Kara bahtlı Narcissus, çocukken bile her görenin hayran kaldığı, birçok ölümlü ve ölümsüzün âşık olduğu, ancak kibrinden kimselere yüz vermeyen, Adonis kadar güzel genç bir adamdı. En sonunda bir gün, Narcissus'a umutsuzca aşık ama aşkına karşılık alamayan hayranlarından birisi dayanamayıp ona lanetler yağdırdı, “O da bizim gibi acı çeksin. Beyhude bir aşkın peşinde yanıp tutuşsun!” İntikam tanrıçası Nemesis bu haykırışı duydu ve dileği kabul etti.

Yakınlarda, gümüş renginde parlayan sularıyla berrak bir göl vardı. Hiçbir çoban oraya ayak basmamıştı, ne bir hayvan, ne bir kuş. Ne de bir dal parçası kirletmiş, bozmuştu yüzeyini. Yemyeşil çimenlerle çevrili, ormandaki ağaçların etrafını bir barınak gibi sararak öğle güneşinin kızgın ışınlarından bile uzak tuttuğu duru suları her daim soğuktu.

Narcissus’un yolu bir gün buraya düştü. Av sonrası yorgun ve susamıştı. Su içmek için gölün kenarına uzandı. Suya doğru eğilince, gölün derinliklerinden doğruca ona bakan genç bir adamın gözleriyle karşılaştı gözleri. Sudan yansıyan aksiyle aklı başından giden Narcissus, gördüğü bu güzelliğe âşık oldu, ne var ki vurulduğu kendisinden başkası değildi. Ne yemeyi ne dinlenmeyi düşünmeden gölün kenarına uzanıp yansıyan aksine yalvardı, iltifatlar düzdü. O konuştuğunda diğerinin de dudakları oynadı oynamasına ama bir türlü cevabını yakalamayı beceremedi Narcissus. Tam da o esnada en çok küçümsediği, sürekli horladığı tutkunlarından Echo rastladı Narcissus’a. Bir peri olan Echo, çok konuştuğu için Zeus’un karısı Hera’yı bir seferinde çok sinirlendirmiş, Hera da onu cezalandırmıştı. O günden sonra Echo bir daha düzgün bir şekilde konuşamamış, tek yapabildiği diğerlerinin konuşmalarının son kelimelerini tekrarlayabilmek olmuştu ancak. Narcissus’u orada uzanır görünce, Narcissus’un kelimeleriyle yalvardı ona. “Aşkından öleceğim, ne olur acı bana!” dedi Narcissus sevdiğine, “Acı bana!” diye haykırdı Echo boş yere. Narcissus gözlerini bir an olsun kaldırıp bakmasa da Echo, gölün kenarında, onun yanında kalmaya ve –elinden geldiğince– ona yalvarmaya devam etti. Sonunda, karşılıksız aşkından harap olmuş bir halde sararıp soldu ve eriyip gitti. Ondan geriye sesinden başka bir şey kalmadı –ki yolu ormanların kuytularına,  terk edilmiş yerlere düşenler onun sesini duyarlar hâlâ–.

Zalim Narcissus’un akıbetiyse daha iyi olmadı. Gölün dibinden ona bakan yüz giderek solgunlaştı, zayıflayıp süzüldü, ta ki zavallı Echo en nihayetinde onun son “Elveda”sını yakalayıp tekrar edene dek. Fakat Echo diğer perilerle onun matemini tutmak için geri geldiğinde, Narcissus'u bulamadılar hiçbir yerde. Gölde, ortası sarı beyaz bir çiçek boy vermişti onun yerine. Onun adını vererek Narcissus (Nergis) dediler bu çiçeğe. İşte bu çiçekten yaptıkları tacı, suç intikamcıları olan Furies’ler [2], korkunç alınlarının üstünü örtmekte kullandılar bundan böyle.

           ---

Michelangelo Merisi da Caravaggio, Narciso (Narcissus)

En bilinen, size de tanıdık gelebilecek olan üstte gördüğünüz Caravaggio’ya ait olan Narcissus tablosu –ki Google görsellerde aratınca da en çok bu tabloya rast geliyorsunuz (Caravaggio tabi, olsun o kadar)– bendeki kitapta da yer alıyor. Bir de daha önce görmediğim  John William Waterhouse’a ait olan Narcissus ve Echo'nun beraber yer aldıkları  şöyle bir tablo var:

John William Waterhouse, Narcissus and Echoaa

Yine John William Waterhouse’un “Narcissus” adlı, bir genç kadını aynı isimli çiçeği toplarken gösteren yağlı boya tablosu (solda), ve Will H. Low’a ait “Narcissus” adlı, Narcissus’un vücudunun etrafında ve saçlarında sarı renkli, başka bir tür nergisle (muhtemelen fulya denilen türü) birlikte resmedildiği tablosu (sağda) internette denk geldiğim diğer tablolar:

John William Waterhouse, Narcissus and Echo (sol) --- Will H. Low, Narcissus (sağ)
.
Nergisin natürmort olarak yer aldığı tablolar aradığımda, pek bir şey bulamadım başta. Derken aklıma yazın tatilde, Vicki ve Jim’in beni götürmüş oldukları müzede [3] gezdiğimiz bir sergi [4] geldi. Serginin kitapçığını da almışlardı bana, kitaplıktan bulup aldım: “Painting Flowers: Fantin-Latour and the Impressionists”. Serginin geneli Henri Fantin-Latour’a ait çiçek natürmortlarından oluşuyordu ki 'bir çoğu' ülke genelinde farklı galerilerden süreli olarak getirilmişti. Ve evet doğru tahmin, içinde nergislerin olduğu çiçekli tablolar da vardı. Hatta bunlardan birisi müzede Henri Fantin-Latour’a ait tek ‘kalıcı’ eserdi aynı zamanda:

Henri Fantin Latour, Fleurs et Fruits (Çiçekler ve Meyveler)

Üstteki tabloyla ilgili kitaptan birkaç anekdot aktarmak istiyorum öncelikle. Kompozisyonda bahar mevsimine özgü 4 farklı çeşit çiçek var. Ortası sarı, beyaz çiçekli Narcissus Poeticus ve sarıçiçekli Narcissus Hispenica olup, birçok alt türü ve çeşidi olan nergisgiller familyasına aitmiş. Mor sümbülse Hyacinthoides familyasına aitmiş ki – Yunancada Hyacinthus, 'yeniden dünyaya geliş tanrısı', oides ise 'benzer' anlamına geliyormuş. Bahçe şebboyu ise, soluk kırmızı renkli olup Turpgiller (Cruciferae) familyasına aitmiş  [5]. Meyvelere gelirsek, tabloda 3 farklı çeşit armut, 2 ayva ve 1 elma görünüyor. Bu meyvelerinse bahara özgü olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Fantin Latour'un burada, kullanmak istediği renkleri barındıran meyveleri tercih ettiği, çiçek ve meyvelerin ayrı mevsimlerde yetişmelerini önemsemediği yorumunda bulunulabilir. Hatta ben bir adım daha öteye gidip, kompozisyonla ilgili yorumda bulunmaya devam edeceğim. Çiçekler ilkbahara özgü iken meyveler sonbahara  özgü olup, renk seçimine baktığımızda meyve ve çiçeklerin renklerinde dengeden söz etmek mümkün. Ancak yine de -muhtemelen çiçeklerin önünde yer aldığı duvarın renginden kaynaklı- kompozisyonun üst köşesinde daha soğuk renklerin hakim olduğu, meyvelerdeki sarı, kırmızı ve yeşilin ise alt köşeye sıcaklık getirdiği de söylenebilir. Hatta meyvelerin resme canlılık kattığını da söyleyebilirim rahatlıkla. Gözden ilk bakışta kaçan, ama dikkatli bakıldığında belli belirsiz görünen, sepetin içindeki ayvanın üzerinde yer alan böcek de resme canlılık katmak için konulmuş adeta. Sonbahar meyvelerinin sıcak, ilkbahar çiçeklerininse soğuk bir hava kattığı tablonun, bu anlamda bir çelişki barındırdığı da söylenebilir.    
Altta solda yer alan resim, yine sergide yer alan “Vazodaki Çiçekler” adlı tablo. Burada yine ortası sarı, beyaz çiçekli nergis Narcissus Poeticus, uzunca, sarı renkli nergis ise Narcissus Jonquilla’ymış. Burada ben bir ekleme yapmak istiyorum. Daha önce de bahsetmiş olduğum, fulya ismi esasında bu tür için kullanılıyormuş. Latince Jonquilla, İtalyanca foglia olarak, fulya ismiyle de Türkçede kullanılmaktaymış [6]. Daha aşağıda ise mor ve pembe sümbüller yer alıyormuş. Ayrıca siyahlı kırmızılı görünen çiçekler de bahçe şebboyunun bir türüne aitmiş. Tüm bu çiçek demetinin en altındaysa soluk sarı renkteki çiçeklerinse Çuha Çiçeği olabileceği tahmini yapılıyor.
Sağdaki resimse internette gördüğüm Fantin Latour’a ait nergis kompozisyonlarından bir diğeri.

Henri Fantin Latour --- Flowers in a Vase (sol) , Narcissus  in an Opaline Glass (sağ)

Yazıyı burada sonlandırırken, hepimize Narcissus'un çiçeği nergis kokulu günler...

[1] Macpherson, J.,  Narcissus, Literature, Prentice Hall, 1989
[2] "Öfkeliler" olarak da anılan Erinnyelere (Erinyes), Roma mitolojisinde Furies denilirdi. Yunan ve Roma mitolojilerinde korkulan öç alma tanrıçalarıydılar.
[4] Painting Flowers: Fantin-Latour and the Impressionists (16 Nisan 2011 - 09 Ekim 2011) 
[5] Ingram, D., "The Botany of Fantin Latour's Paintings", Painting Flowers: Fantin-Latour and the Impressionists Exhibition Booklet.
[6] Fulya (Narcissus Jonquilla)nergisgillerdensoğan köklü bir bitki ve bu bitkinin güzel kokulu çiçeklere sahip bir bitki türü. İtalyanca foglia kökünden gelen fulya ismiyle Türkçe'de kullanılmaktadır.

Not : Narcissus'u okurken denk geldiğim Furieleri (Erinnyeler) daha önce duyduğumu hatırlamıyorum. Araştırmaya başlayınca oldukça ilginç geldiler -masalları da çok severim, zaman zaman mitoloji sevgim depreşir böyle- onlarla ilgili bir kaç hikâye aktarmaya karar verdim başka bir yazıda.

1 yorum:

SEVGİ YAVUZ dedi ki...

Nergis üzerine kaleme alınmış bu zevkli ve doyurucu yazıya ben de naçizane bir şeyler eklemek isterim.
Şarka ait efsanelerde de kendine yer bulan nergisin gül ile aşk yaşadığına inanılır. Klasik ayrılık ve lanetlenme şeklinde sürüp giden bu efsanelerde nergis göz şeklinde bir çiçek haline dönüştürülmüş ve kıyamete kadar ayrılığa ve bekleyişe mahkum edilmiştir. Nergis çiçeğinin şeklinden dolayı göze benzetilmesi sebebi ile hep etrafını gözleyen bir göz düşüncesi oluşmuş, şiirlerde sevgilinin gözüne benzetilen olarak kendisine yer bulmuştur.
Çünkü sevgili insanı delirtecek derecede baygın, sarhoş, süzgün ve şehla bakar. Bu insanı kendinden geçirtecek şekilde bakması elbette kokusu ile ilişkilidir. Çünkü nergis, asıl kokusu ile aklı baştan götürür.

Gül hasretinle yollara tutsun kulağını
Nergis gibi kıyamete dek çeksin intizar
(Baki)

Tüm bu sözlerin ışığında Baki'den verdiğim örnekte birbirinden ayrı düşmüş iki aşık olan gül ve nergisten gül, nergisin hasreti ile kulağını yola vermiş, gelen geçen ayak seslerini dinleyerek "acaba gelen benim sevdiğim midir" demektedir. Bu bekleyişi de nergisin aynı zamanda cezası olan etrafı gözlemesi gibi kıyamete kadar sürecektir. Nergis göze benzer, bunu söylemiştik. Taç yaprakları tam açılmış gül de ağırlıktan hafifçe yere doğru eğrilen duruşu, yapraklarının kıvrımlı şekli ve tıpkı kulak memesinin kadifemsi yapısıyla beyitte kulağa benzetilmiştir. Elbette kavuşma yani vuslatları klasik dini düşünceye göre kıyamette olacağından daha çok uzun süre bu şekilde birbirlerine hasret kalacaklardır...