23 Ocak 2012 Pazartesi

Ebedi Diyalektik..

Nick Cave'i takıntılı bir şekilde sevdiğimi belirterek başlamalıyım yazıya. Bu yüzden, onun müziğine, sesine ya da kendisine dair görüşlerim abartılı bulunabilir ki bundan da zerre şikâyetçi değilim. “Sahnede en çok kimi görmek istersiniz?” sorusuna vereceğim tartışmasız ilk yanıttır Nick Cave. 2001 yılında gelmişti Türkiye'ye, ancak o zaman ben yeterli bilinç düzeyine ulaşmamış olmalıyım ki, konser ertesinde haberim olmuştu gelişinden ancak. İlerleyen yıllarda hep onu bekledim, ama memlekete de gelmedi bir daha. 'O gelmezse ben giderim.' dedim, geçen yaz çıktığı turnedeki bir konserine bilet aldım, resmi ıvır zıvırlar gecikince onu da kaçırdım. Sonuçta, sahnenin en çok yakıştığı adamı sahnede bir türlü göremedim.
Nick Cave şarkıları karanlıktır, hatta bazı bazı korkutucudur. Bu cümleyi okuyunca sonra, ‘Song of Joy’u dinleme isteği hâsıl oldu içimde. İsmiyle tezat bu şarkı Murder Ballads (Cinayet Şarkıları) albümünün en ürkütücü şarkısıdır bence. Nick Cave muhteşem bir hikâye anlatıcısıdır. Bu şarkı da hem hikâyesiyle, hem müziğiyle, hem Nick Cave’in sesiyle ve kesinlikle yorumlayış biçimiyle, arkadaki vokallerle, geri planda bazen belirginleşen bazen belirsizleşen gerilimi yükselten seslerle, piyanonun güçlü ritimleriyle bu karanlık albüm için müthiş bir başlangıç şarkısıdır. Şu evrende en iyi şarkı yazarlarından biridir bana göre. Sözleri şiirdir aynı zamanda, o da zaten bir ozandır pekâlâ. Sözleri yatıştırmaz, huzursuz eder, zihninize çakılır kalır. Sesi işgalcidir. Dolayısıyla, bence iyi bir eşlik edici değildir, bir fon müziği ise asla değildir. Nick Cave dinlerken, Nick Cave dinlemelisinizdir: kitap okurken ya da çalışırken ya da iş yaparken dinlenebilecek bir müzik - yok hayır - değildir. Alıkoyar sizi zaten, kendinden başka bir şeye fırsat vermez, işgalciliği de buradan gelir. Şimdi hatırlamıyorum kimdi –yanılmıyorumdur umarım– ama birisi “Kelime Jonglörü” demişti okuduğum bir yazıda Nick Cave için. Bazen bir şarkıdaki bir söz uzun zaman çıkmaz aklınızdan, bazen bir melodi, bazen her şey… İlahi gibi de bulunabilir belki –sözlerin yanı sıra müzikal anlamda da– gayet dinsel bir yönü de vardır kimi şarkılarının. Ancak, şarkılarında dolaşıma soktuğu tanrı kavramının mevcut tanrı tezahürlerinden olmadığı da bence sabittir.
Bloğumda hangi şarkısını paylaşacağım üzerine oldukça düşündüm. Bende 20’ye yakın albümü ve çokça sevdiğim o kadar şarkısı var ki… Sonunda onun en bilindik – amiyane tabirle en piyasa – şarkısında “Where The Wild Roses Grow” karar kıldım. Eğer daha önce Nick Cave dinlememişseniz – sizin adınıza üzülmekle beraber– bu şarkının iyi bir başlangıç olabileceğini düşündüğümden onu tercih edişim. Murder Ballads(1995) albümünde, Kylie Minogue ile beraber seslendirdiği bu şarkının sözlerini de çevirmeye çalıştım. Yer yer İngilizce aslında geçmese de bazı kelimeler de ekledim çeviriye, aksi halde kimi bölümlerde cümleler veya ifadeler eksikmiş veya yapaymış izlenimi veriyordu. 



  Where The Wild Roses Grow
They call me The Wild Rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day 

From the first day I saw her I knew she was the one
She stared in my eyes and smiled
For her lips were the colour of the roses
That grew down the river, all bloody and wild 

When he knocked on my door and entered the room
My trembling subsided in his sure embrace
He would be my first man, and with a careful hand
He wiped at the tears that ran down my face

They call me The Wild Rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day 

On the second day I brought her a flower
She was more beautiful than any woman I'd seen
I said, "Do you know where the wild roses grow
So sweet and scarlet and free?" 

On the second day he came with a single red rose
Said: "Will you give me your loss and your sorrow"
I nodded my head, as I lay on the bed
He said, "If I show you the roses, will you follow?" 

They call me The Wild Rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day 

On the third day he took me to the river
He showed me the roses and we kissed
And the last thing I heard was a muttered word
As he knelt (stood smiling) above me with a rock in his fist 

On the last day I took her where the wild roses grow
And she lay on the bank, the wind light as a thief
And I kissed her goodbye, said, "All beauty must die"
And lent down and planted a rose between her teeth

They call me The Wild Rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day 


 Yaban Güllerinin Yetiştiği Yer(de)
Bana Yaban Gülü diyorlar
Oysa Elisa Day’di adım
Neden böyle dediklerini bilmiyorum
Elisa Day olduğundan adım

Onu gördüğüm ilk gün, anlamıştım, oydu aradığım
Gözlerimin içine baktı ve gülümsedi
Dudakları güllerin rengindeydi
Nehrin aşağısında büyüyenlerden, hepsi kan rengi ve yabani

Kapımı çalıp odaya girince
Titremem yatıştı onun güvenli kucağında
İlk erkeğim olacaktı, dikkatlice, eliyle
Sildi yüzümden süzülen yaşları

Bana Yaban Gülü diyorlar
Oysa Elisa Day’di adım
Neden böyle dediklerini bilmiyorum
Elisa Day olduğundan adım

İkinci gün bir çiçek götürdüm ona
Güzeldi tüm gördüğüm kadınlardan
Dedim, “Biliyor musun bittikleri yeri yaban güllerinin
Tatlı, kıpkızıl ve hür?”

İkinci gün geldi elinde tek bir kırmızı gülle
Dedi, “Bağışlar mısın bana kaybını ve kederini,”
Onayladım başımla, yatakta uzanmışken ben
Dedi, “İzler misin beni, sana gülleri gösterirsem?”

Bana Yaban Gülü diyorlar
Oysa Elisa Day’di adım
Neden böyle dediklerini bilmiyorum
Elisa Day olduğundan adım

Üçüncü gün nehre götürdü beni
Gösterdi bana gülleri ve öpüştük
Ve duyduğun son şey boğuk bir kelimeydi
Avucunda bir taşla, eğilirken üzerime benim

Sonuncu gün yaban güllerinin yetiştiği yere götürdüm onu
Ve nehrin kenarında uzanırken o, bir hırsız gibi çıkageldi rüzgâr
Ve elveda öpücüğü kondurup dudaklarına, dedim, “Güzel olan her şey ölmeli sonunda.”
Ve eğildim ve bir gül yerleştirdim dişlerinin arasına

Bana Yaban Gülü diyorlar
Oysa Elisa Day’di adım
Neden böyle dediklerini bilmiyorum
Elisa Day olduğundan adım

Şarkı üzerine yorumda bulunmak istemiyorum. Zira sözlerin büyüsünü bozmaktan imtina ederim. Ancak, bir iki şey söylemeden de edemeyeceğim. Birbirini takip eden dörtlüklerde olayların, bir Nick Cave’in bir de Kylie Minogue’un ağzıyla verilmesi çok etkileyici değil mi size de? Kylie Minogue’un “Üçüncü gün…” diye başlarken, Nick Cave’in “Sonuncu gün…” demesi örneğin. Ve son bir şey var şarkıya ait söylemek istediğim. Bu şarkı üzerine yazarken aklıma Jean-Luc Godard’nın çok sevdiğim bir filmi geldi: Le Mépris (Nefret). Daha doğrusu bu filmden bir replik... Filmde, adam kadına “I love you totally, tenderly, tragically – Seni bütünüyle, şefkatli ve trajik bir şekilde seviyorum.” diyordu. Bu cümledeki duyguyla şarkı arasında da bir paralellik yok mu sizce de, ne dersiniz?

1 yorum:

Adsız dedi ki...

30 ocak'ın bu karlı gününde kulaklıklarımı taktım nick cave dinliyorum,sayende.
teşekkürler