Bugünlerde
sabah akşam Antony dinliyorum. Önümüzdeki pazartesi konseri var ve ben şu gök
kubbe altında canlı performansını en çok görmek istediğim kişilerden olan bu adeta
“dünya dışı” varlığı dinleyemeyecek olmanın hayal kırıklığını yaşıyorum.
Tekrar! Gerçi İstanbul’a ilk gelişinde habersizdim –her anlamda–. Onu, ilk defa
maalesef İstanbul’a gelişinden kısa bir süre sonra “Eternal Children” filminde
dinlemiştim. Sadece kısa bir süre önce konser için İstanbul’da olduğunu
öğrenince de çok üzülmüştüm. O gün bugündür “gelse de gitsek” beklentisi
içindeydim ki İKSV bu yılki caz festivali programını açıklayınca tarifsiz
sevinçlere gark oldum. Heyhat şimdiyse gidemiyorum. İnsan bir şeyi çok
istememeli zaten. Yıllar yıllardır Nick Cave’i bekliyorum, en sonunda “o gelmiyor
ben gideyim” deyip almış olduğum bilet, vize işlemlerinin gecikmesi yüzünden
çöpe gitmişti. Bu da içimde uhdedir, hatırlayıp hatırlayıp sinir olurum.
Antony And The Johnsons (ve
Filarmonia İstanbul 'Cut The World') konseri 9 Temmuz’da Cemil
Topuzlu’da [1]. Tek
tesellim, konser mekânının Cemil Topuzlu olması… Zira pek hazzetmem işbu
mekândan. Bunda, parasız olmanın neticesi olarak sahnenin epey uzağına düşen
biletlerden almak zorunda kalmanın etkisi yadsınamaz. Tabi (nerde çokluk orda
bokluk hesabı) konsere geliş amaçlarının ne olduğunu bir türlü çözemediğim
kişilerin –görece– fazlalığını da unutmamak gerek. Bir de geçen yıl yine Caz
Festivali’nde bu mekânda gerçekleşen Javier
Limon’s “Mujeres De Agua” (Suyun
Kadınları) konserinde Beyaz Türklerin nefretine tanık olduğumuz tatsız anı var.
Zaten “nezih” cazseverlerin Aynur’u yuhalayıp sahneden indirdikleri bu konser
sonrası içimden, fazla insanın olduğu konserlere gitmek gelmiyor. Doğrusu
Antony’yi küçük bir kulüp ya da barda ya da yüksek kubbeli bir kilisede (Aya
İrini’de mesela) dinlemeyi tercih etsem de varsın Cemil Topuzlu’da olsun –benimkisi
gidemeyecek olmanın da kıskançlığı biraz– o konsere her türlü gidilir.
Antony
nasıl tanımlanır? Bildiğim kelimeler yetmiyor, ne desem eksik kalır. Sesiyle,
görünüşüyle, o çok güzel gülümsemesiyle, müziğiyle “melek” imgesi uyandırıyor
zihinde. Cinsiyeti olmayan bir ses onunkisi. Bu yönüyle Nina Simone’u getiriyor
aklıma. Kadın mı erkek mi karar veremediğiniz bu ses, her dinleyişinizde size
farklı şeyler hissettirme potansiyeliyle şarkının sürekli dönüşmesine,
genişlemesine neden oluyor. Bu sesin yaşı da yok ayrıca. Bildiğiniz tüm
tanımlamalardan azade sanki. Yeni jenerasyondan Paolo Nutini geliyor aklıma bir
de cinsiyetsiz, yaşsız sesi nedeniyle. Piyanonun benim üstümdeki etkisidir
bir bakıma da, Antony’ye olan tutkumun sebebi.
Diyorum
ya, onu dinleyip duruyorum. Bu esnada, Youtube’tan “Eternal Children”ın ilk
bölümünü de (Youtube’ta 6 bölüm halinde mevcut) izledim.
İngilizce anlama kapasiteme sağlık, konuşmaları çoklukla anlayamadım. Belgesel CocoRosie’nin “Terrible Angels” şarkısıyla müthiş bir girişe
sahip kanımca. Sierra’nın dediklerini çoklukla anlamamakla beraber, Devendra’yı
anlamayı başarmama kendim de şaşıyorum. Sierra’nın söylediği kısa bir parçayı saymazsak
bölüm Antony’nin müthiş müthiş “You are my
sister”ıyla bitiyor ki, belgeselle ilgili bunca laf kalabalığını esasında
sizde bu bölümü izleme baskısı yaratmak adına yaptım: (Videoyu embed etmiyorum, ayrıca o kadar mp3 ve video ekledim ki sayfa çok ağırlaşacak zannediyorum, bari bu eksik kalsın.)
http://www.youtube.com/watch?v=YjRZmpLs5EY
Peki şimdi Antony'nin hangi şarkısından söz etsem ki! Grupla aynı adı taşıyan ilk albümündeki “Cripple and the Starfish” en sevdiklerimden:
“Leonard Cohen: I am your man” belgeselindeki “if it be your will” ya da. Doğrusu ben hem Leonard Cohen hem Antony yorumunu ayrı beğeniyorum.
Beraber çalıştıkları arasında başka kimler yok ki! Boy George, Lou Reed, Devendra Banhart, CocoRosie, Marianne Faithfull, Björk ilk elden aklıma gelenler…
Jean Genet’yi çok severim. Bunları okurken arkadaşlarımdan biri “Ah ama o Zenciler, Zenciler” diyecektir, eminim. Tamam, “Zenciler” algılanması zor bir tiyatro oyunu, kabul. Ben de 2 kez okuyup kafamda oturtamadım bi türlü. Ama “Hizmetçiler” oyunu çok iyiydi veya Metis Seçkileri’nden Jean Genet’nin “Açık Düşman”ı –zaman zaman yorucu olan makalelerine rağmen– oldukça ufuk açıcıydı. Ah Sinemcim “Jean Genet’yi seviniz!”.
* “Really it's about the life story of Jean Genet, which has been a huge inspiration for the last year and during the creation of the album. He was one of our main muses, so it comes from our fascination with him.”[2]
http://www.youtube.com/watch?v=YjRZmpLs5EY
Peki şimdi Antony'nin hangi şarkısından söz etsem ki! Grupla aynı adı taşıyan ilk albümündeki “Cripple and the Starfish” en sevdiklerimden:
Antony
tabi ki muhteşem, piyano ve illaki yaylılar, bir de sözler:
“…
I am very happy
So please hit me
I am very happy
So please hurt me”
So please hit me
I am very happy
So please hurt me”
“Öylesine mutluyum ki, n’olur kır
beni / Öylesine mutluyum ki lütfen acıt beni” şeklinde çevirebilirim bu bölümü. Ancak siz yine de sözlerin tamamına
bir bakın derim.
“I am a bird now” albümünde Rufus Wainwright’la seslendirdikleri “What can I do” da şiddetle tavsiye
olunur:
“Leonard Cohen: I am your man” belgeselindeki “if it be your will” ya da. Doğrusu ben hem Leonard Cohen hem Antony yorumunu ayrı beğeniyorum.
Bir
de bence Antony’nin birçok çalışmasından oldukça farklı bir ortak işi daha var
ki, ondan da bahsetmek istiyorum. Şarkıyı ilk defa Şahika’nın terasında
dinlemiştim. (Ah o zamanlar üniversitede laboratuvarda tezlerimiz üzerine
çalışan yüksek lisans öğrencileriydik. Ve her Allahın günü mesai bitiminde,
çoklukla Asmalımescit’te ama bazen de –özellikle baharda– pek keyifli olan
Şahika’nın terasında bahar güneşi altında şöyle buz gibi biralarımızı içerdik. “Hey
gidi gençlik, hey!” diyesim geldi tam bu noktada.) Neyse şarkıya dönersek,
çalan şarkıyla bir an kalakaldığımı hatırlıyorum. Ses Antony de müziğe aşina
değilim, elektronik altyapıdan sebep “kim ola ki bunlar?” diyorum. Âdetimdir, değişmez,
hoşuma giden bir şeyler duyduysam ve bilmediğim bir şeyse öğrenmeden rahat
edemem. Ya ona buna sorarım, ya sonra netten bakmak için sözleri not alırım bir
şekilde öğrenmeye çalışırım. Gidip soruyorum laptop başındaki amcaya: Hercules
and Love Affair. Grupla aynı adı taşıyan bu albümde Antony’nin eşlik ettiği 5
şarkı var. Albümün benim için tartışmasız hitlerinden biri “Blind” da terasta
duyduğumuz şarkı. House, disco tarzlarındaki müzik Antony vokaliyle muhteşem:
Beraber çalıştıkları arasında başka kimler yok ki! Boy George, Lou Reed, Devendra Banhart, CocoRosie, Marianne Faithfull, Björk ilk elden aklıma gelenler…
Neyse
yazıyı CocoRosie’den Bianca (Bianca di mi o?) ve Antony’nin beraber
seslendirdikleri müthiş CocoRosie şarkısı “Beautiful Boyz”la bitirmek
istiyorum. Bu şarkıya bayılıyorum. Ama sözlerini okuyunca daha da fazla sevdim
şarkıyı. Okur okumaz aklıma Jean Genet’yi getirdi sözler. Boşuna değilmiş;
baktım şarkının ilham perisi Genet’ymiş* zaten:
Jean Genet’yi çok severim. Bunları okurken arkadaşlarımdan biri “Ah ama o Zenciler, Zenciler” diyecektir, eminim. Tamam, “Zenciler” algılanması zor bir tiyatro oyunu, kabul. Ben de 2 kez okuyup kafamda oturtamadım bi türlü. Ama “Hizmetçiler” oyunu çok iyiydi veya Metis Seçkileri’nden Jean Genet’nin “Açık Düşman”ı –zaman zaman yorucu olan makalelerine rağmen– oldukça ufuk açıcıydı. Ah Sinemcim “Jean Genet’yi seviniz!”.
* “Really it's about the life story of Jean Genet, which has been a huge inspiration for the last year and during the creation of the album. He was one of our main muses, so it comes from our fascination with him.”[2]
“Sözler geçen yıl ve albümün oluşum aşamasında oldukça ilham verici olan Jean Genet’nin hayat hikâyesine ilişkin. O bizim başlıca esin perilerimizden birisiydi, dolayısıyla şarkı ona olan hayranlığımızın bir sonucu.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder