Mevzuya
geçmeden önce başlık üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Ölümlerin, katliamların,
felaketlerin umursamazlık içerisinde, nerdeyse içten içe keyif duyularak adeta
seyirlik bir gösteriymişçesine izlenmesi, sunulması, bu acılar üzerinden çıkar
devşirilmesi karşısında, acıların metalaştırılmasına dair itirazımı yansıtan
kışkırtıcı bir başlık kullanmak istedim. Orgazm olurcasına bir rahatlamanın
insanları ele geçirmesinden duyduğum bunaltıyı, bu ceset, ölüm, nefret
tapınıcılığı karşısında duyduğum sıkıntıyı yansıtma çabası diyelim bir de, başlığı tercih etme nedenim.
fa
fa
A Caza de dientes (Tooth Hunting), Plate 12 of "Los Caprichos", Francisco de Goya y Lucientes
aa
Yazıda
bahsettiğim olayların birçoğunun üzerinden epey vakit geçti. Gerçi memlekette
aynı şeyler tekrarlanıp duruyor, dolayısıyla güncelliklerini yitirdiklerini de
söylemek olası değil. “Hocalı Katliamı Anması”ndan yola çıkıp bu mevzunun bana
düşündürdükleriyle devam etmeyi düşünüyorum. “Ben konuları dallandırmaya ve de
maalesef dağıtmaya pek meyilliyim” özeleştirisine de yaslanarak, “mevzuyu nasıl
bağlarım karar verebilmiş değilim”i de ekleyerek yazıya başlıyorum.
Günlerce
internette, gazetelerde, billboardlarda 26 Şubat’taki “Hocalı Katliamı
Anması”na çağrı metni yer aldı. Hocalı’da 26 Şubat 1992’de Ermeni ordusu masum
sivilleri katletmişti; işte 26 Şubat 2012’deki anma etkinliği bu katliam sebebiyle
yapılmaktaydı. Katliamların, cinayetlerin ve soykırımların anılması bu acıların
bir daha yaşanmaması, sorumluların cezalandırılması açısından büyük öneme
sahip. Ancak ilk olarak çağrı metnine dair birkaç itirazım olacak: Anmaya
rövanş gözüyle bakılması, anmanın adeta başka bir acıyı hedef alması, amacın
insani kaygıların ötesinde siyasi çıkar malzemesi haline getirilmesi ilk elden
aklıma gelenler. Siyah zemin üzerine beyaz puntolarla yazılmış metinde “Ermeni Yalanına
sessiz kalma!” cümlesi ise sarı ve diğerlerinden daha büyük harflerle yer
almış. “Ermeni Yalanı”ndan kasıtsa takdir edersiniz ki resmi literatürde ‘sözde’
kelimesine müteakip yer alan “Ermeni Soykırımı” iddiaları. Bu haliyle “Ermeni
soykırımı yalandır, aksine Türk Soykırımı yaşanmıştır” alt mesajı köpürtülüyor.
Çağrı metninin altında yer alan sosyal medya, mail adresi, web sitesi
linklerinde yer alan “hepimizhocalili”
ifadesiyse –çok yaratıcı veya zeki olmaya gerek yok– Hrant’ın mahkemelerinde,
19 Ocaklarda yer alan “Hepimiz Ermeniyiz!” sloganına gönderme. Ha bir de,
“Hepimiz Ermeniyiz!” diyenleri kendilerince samimiyet testine tabi tutma
amacında olsalar gerek. İyi de, bir katliamın anması nasıl olur da bir
soykırımın, katliamın, cinayetin anmasını hedef alır? Şaşıracak bir şey yok, bu
bir devlet geleneği aslında. Fransa Senatosu’nun Ermeni soykırımının inkârını
suç sayan yasa tasarısını oylayacağı oturum öncesi, aynı ikiyüzlü tavırla “TBMM’de
Cezayir soykırımının tanınması” şantajı devreye sokulmuştu. Hesap ortada:
Soykırımı soykırıma kırdırmak! O günlerde hatırlarsınız, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan esip gürlemiş, Cezayir Soykırımı’ndan bahsedip, Sarkozy’e “Cumhurbaşkanı Sayın Sarkozy, bu soykırımı
bilmiyorsa, gitsin babası Pal Sarkozy'e sorsun.” demiş, “Sayın Sarkozy, Türkiye'nin tarihinde
soykırım bulamaz. Eğer Türkiye tarihine bakarsa, eğer kendi ailesine, kendi
aile şeceresine şöyle bir derinliğine bakarsa, orada Türkiye'nin, Türklerin
yardımından, hoşgörüsünden, şefkatinden başka hiçbir şey görmez ve göremez.'' [1] diye
devam etmişti. Yazık ki Erdoğan en azından Cezayir’de soykırım yapılırken, her
zaman övgüyle andığı dönemin Başbakanı Aydın Menderes’in ve TC’nin aldığı tavrı
birilerine sormuş olsaydı “Savaş
sırasında Türkiye’nin Fransa’nın yanında yer aldığını, savaşın son anlarına
kadar Cezayir’deki ulusalcı hareketi tanımadığını, Menderes Hükümeti’nin
Birleşmiş Milletler görüşmelerinde Fransa lehine oy kullandığını [2]” bilebilirdi.
Veya “Fransa’yı eleştirmek bir yana,
1953’te Fransa’ya giden Adnan Menderes’e Légion d’Honneur nişanı takıldığını,
Grand Cordon rütbesi verildiğini, ardından ilk Fransız-Türk Parlamenterler
Dostluk Grubu’nun faaliyete geçtiğini [3]” öğrenebilirdi. Nitekim Erdoğan’ın
Sarkozy’e kendince ayar verdiği o konuşmanın ardından Cezayir Başbakanı Ahmed
Uyahya Erdoğan’a seslendiği grup konuşmasında, “Türk yetkililer Fransa ile girdikleri soykırım kavgasında Cezayir’e
gönderme yapmasın” diye sert çıkmış, gazetecilere yaptığı açıklamada “Biz Türk dostlarımıza Cezayir’in
kolonileştirilmesinin ticaretini yapmaktan vazgeçmelerini söylüyoruz. Türkiye,
Cezayirlilerin kanları üzerinden çıkar sağlamaya çalışmasın.” şeklinde
konuşmuştu. “Osmanlı, yani Türkler 1830
yılında üç gün içinde Cezayir’i Fransızlara teslim etti. Ayrıca Cezayir 1962
yılında bağımsızlığını kazanana kadar Birleşmiş Milletler’de bu ülkenin lehine
olan tüm kararları veto etti.” diyerek konuşmasına devam eden Uyahya Erdoğan’a, “Cezayir’de soykırım yaşanırken Fransa NATO’nun silahlarını kullandı.
Türkiye de NATO üyesi olduğuna göre, Cezayir halkına atılan kurşunların
Türkiye’den gelmiş olma ihtimali de var [4]” tepkisini gösterdi. Ne gam,
Erdoğan bildiğini okumaya devam etti.
Neyse,
her zamanki gibi bağlamdan sapıp konuyu iyice dağıttığımın bilincinde Hocalı
Mitingi’ne geri döneyim.
Çağrı metni
hiçbir şeymiş; anma mitingi nefret söyleminin ne olduğunu hepimize gösterdi.
Birileri, çağrı metninde nüveleri görülen niyetlerini olanca çirkinliğiyle
kustu. Hrant Dink’in katili Ogün Samast ve Abdullah Çatlı lehine sloganlar
atılırken, "Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz Piçsiniz" pankartı açıldı.
“Bozkurt Ogün”, “Bozkurt Çatlı”, “Şehitler ölmez vatan bölünmez”, “Bozkurtlar
burada Ermeniler nerede”, "Hepimiz Türküz", "Ermeni yalanına
son", "Sarkozy pisliğini temizle", “Bozkurtlar burada Hrantlar
nerede” sloganları da mitingde
yankılananlardan bazıları [5], [6], [7]... Bu sloganlardaki nefret
söylemi karşısında insan, bu anmayı sorgulamadan edemiyor. Şimdi bu insanların
Hocalı Katliamı’nı anmak için toplandıkları söylenebilir mi? Amaçlarının, bu
acıların tekrarının yaşanmaması olduğu söylenebilir mi?
Bu söylemlere
en anlamlı yanıtsa Türkiye Sosyalist Azerbaycanlılar Birliği’nden geldi. Hocalı
Katliamının 20. yıldönümünde saat 14:00'te Ankara Yüksel Caddesi'nde bir basın
açıklaması düzenleyen grup Taksim’de gerçekleştirilen anma mitinginde Hocalı
Katliamı’nın siyasi malzeme olarak kullanılmasına tepki gösterdi: "Türkiye'nin Ermenistan sınırını
kapalı tutması için baskı yapan, Türkiye'nin bir iç ve vicdan meselesi olan
kendi geçmişi ve Ermeni olaylarıyla yüzleşmesine müdahale etmeye çalışan
Azerbaycanlı milliyetçilerle, Hocalı Katliamı'nı siyaset malzemesi olarak
kullanan Türkiyeli milliyetçiler bu iki ülke arasında söz söylemeyi neredeyse
bloke etmiş durumdalar."
ifadelerine ek olarak "Hocalı Katliamı'nın 1915
Ermeni olaylarıyla kıyaslanmasına, Ermeni trajedisini inkâr etmek için malzeme
olarak kullanılmasına itiraz ediyoruz. Hrant Dink'in katli sonrası karanlık
güçlere karşı Türkiye'deki Ermenilerle dayanışmak anlamında acı ve öfkeyle dile
getirilmiş olan 'Hepimiz Ermeniyiz' sloganını geçersiz kılmak ve sulandırmak
amacıyla ortaya atılan 'Hepimiz Azeriyiz' sloganına itiraz ediyoruz" denildi.
Basın açıklaması "Yaşasın halkların
kardeşliği" sloganıyla bitirildi [8].
hf
AKP’nin ustalık
döneminin hayatlarımıza armağan ettiği medar-ı iftiharımız İçişleri Bakanımız
İdris Naim Şahin’in de mitinge katılıp konuşma yaptığını belirtmekte fayda var,
zira kendisi yaptığı açıklamalarıyla özel bir ilgiyi hak ediyor. İnternet
sitelerinden açıklamanın tamamını bulamadım, ancak bir iki satır başı
[6] , [9] :
"Türk milletinin utanılacak bir
tarihi, geçmişi yoktur, Türk miletinin yüreği birdir ama gerektiğinde yumruğu
da birdir." "20 yıl önce bugün kan içiciler, katiller, acımasızlar,
merhametsizler, yüreksizler ve korkaklar Hocalı'da 613 insanın, kadın, çocuk
yaşlı haklı, haksız demeden kanını içtiler. O kan o gün akmıştır ama hesabı bitmemiştir.
O kanın hesabı yapılacaktır ve sorulacaktır." Bakan Şahin’in ortamın
ruhunu yakaladığı rahatlıkla söylenebilir. Zaten kendisi ustalık zamanının
nişanesi bir bakıma… AKP iktidarının ileri demokrasisinin, özgürlük
tahayyülünün ne mene bir şey olduğunu anlamak için İçişleri Bakanımızın yaptığı
açıklamalar her vatandaşa yol gösterir nitelikte. Bu konuşmalardan derlediğim bir yazı paylaşmayı
mutlaka istiyorum.
Son olarak nefret söylemi üzerine bir şeyler eklemek istiyorum. İdris Naim Şener’in konuşmasındaki
nefret söylemi eğitim sistemimizin vazgeçilmezlerinden birisi malumunuz. Bu
söylemin ilkokul sıralarını geçtim, anaokulundan itibaren çocuklara dikte
edilmesiyse geleceğe dair karamsar olmak için yeterli. Militarist eğitim
sisteminin zaten oldukça etkili olduğu ülkemizde “sorgulamayan, sevmeyen, itaat
eden” nesiller yetiştirmede gelinen noktaysa bizi yönetenlerce yeterli
bulunmamış olsa gerek son zamanlarda bu konudaki söylemler yoğunluk kazandı. Başbakan’ın
“Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz.” söylemiyle [10] hararetlenen tartışmalar,
hedeflenen gençlik tahayyülünü ortaya serdi. Bayburt’un AKP’li Belediye Başkanı
Hacı Ali Polat, Bayburt’un düşman işgalinden kurtuluşu törenlerinde yaptığı
konuşmada Erdoğan’dan aldığı ortaya gelişine şutu çekivermişti: “Yeni yetişen
neslimize dostumuzu ve düşmanımızı tanıtmak zorundayız. Necip Fazıl üstadın
dediği gibi dininin, ırzının, namusunun davacısı bir gençlik istiyoruz. Onun
için biz bunları sahnelemeye devam edeceğiz.” Sahnelenense her yıl yinelenen,
düşman işgalinden kurtuluşun çocuklarca canlandırıldığı tiyatro gösterileri.
Gözde Bedeloğlu’nun Birgün’de “Dindar da olsun kindar da” başlıklı yazısından [11]
kesitleri aynen aktarıyorum:
ghg
ghg
“Yer Bayburt. Düşman işgalinden kurtuluşunun 93. yılı, o günlerin canlandırıldığı bir temsille kutlanıyor. Valisinden milletvekiline, askerinden belediye başkanına herkes orada. Çocuklar ellerindeki oyuncak silahlarla temsili düşmanla savaşıyor. Tören, kentin işgalinin canlandırılmasından sonra, kurtarılışıyla son buluyor. Küçük askerler, ellerindeki oyuncak silahlarla Ermeni milisleri çarmıha geriyor. Çocukların bu savaş oyununa büyüklerden kocaman bir alkış geliyor. Belediye Başkanı “Unutmamak adına, tarihe kayıt düşmek adına bu tiyatral gösterileri sürekli gösterimde tutmaya gayret etmemiz gerekiyor” diyerek kararlılığını ortaya koyuyor. (Nesilden Nesile Nefret/ 25 Şubat 2011 BirGün) Geçtiğimiz
yıl bu köşede bunları yazmıştım. Ülkenin nefret ajandasında bir değişiklik
yaşanmadığı için, konu hâlâ güncel. Tek yapılması gereken yazıdaki 93. yılı 94
diye değiştirmek...”
diyor ve Başkan’ın yukarıda alıntılamış olduğum sözlerini aktararak yazıya
devam ediyor. Burada yazısının devamında altını çizdiğim kısımları da aynen
aktarıyorum: “Başkan’a göre, kılıçların
çekildiği ve düşmanın çarmıha gerilmesiyle son bulan müsamerelerin her yıl
yapılması gerekiyor; çünkü dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek için bu
gösteriler şart! Sorgulayan, fikir üreten, adaletsizliğe karşı çıkan, hakkını
savunan bir nesil kime gerek ki zaten? Onlar ancak böyle kutsal amaçlar için
çıkılan yolun taş koyucusu, baş belaları olurlar! Belediye
Başkanı Polat, kin ve düşmanlığı körükleyen ifadeler kullandığı
konuşmasında Ermeniler’i düşman, gençleri de düşmanla savaşması gereken
askerler olarak tanımlıyor. Ermeniler açık bir şekilde hedef gösteriliyor.
Azınlıklar üzerinde haklı bir korku ve endişe yaratan bu kışkırtıcı dilin,
önyargı ve düşmanca duyguları besleyerek, işlenen pek çok cinayetin ve gerçekleştirilen
sayısız saldırının nedeni olduğu aşikâr. Temelinde önyargı, yabancı düşmanlığı,
ayrımcılık ve ırkçılığın yattığı nefret söylemi muhafazakârlık ve
milliyetçiliğin at başı gittiği bu dönemde etkisini de dozajını da artırıyor.”
Bir diğeriyse Kartal’daki liselere İlçe
Milli Eğitim Müdürlüğü
talimatıyla ücretsiz dağıtılan Yunus Zeyrek tarafından yazılan “Bu Dosyayı
Kaldırıyorum” adlı kitap. “Kendisine hayat veren bütün kültür değerleri
yağmalanmış, kendi tarihine yabancı hale getirilmiş, böylece adeta teslim
alınmış olan Türk Gençliğine” armağan ettiği kitapta yer alan kimi ifadeler şu
şekilde: “Milli hafızanı talan eden işte bu soytarılardır. Atalarının maruz
kaldığı haksızlıkları bil! Bil ki bu yerli sülükler, senin bilginle tükensin.
Tarihinden habersiz kalırsan milli hafızanı yağmalar ve seni tüketirler.”
aa
aa
Kitapta Ermeni Soykırımı iddiaları
işlenirken, “Bu şer çevreleri, işlerine yarayacak adamları da bulabiliyorlar. Dünya
Savaşı yıllarında Ermenilerin adeta Türk’ten temizledikleri Ardahan’dan çıkma
bir Taner Akçam ve Giritlilerden Halil Berktay adlı vatandaşlarımız da bu
koronun elemanı durumundadırlar.” deniliyor. Ece Temelkuran, Orhan Pamuk, Can
Dündar, ‘Ermeni Kardeşlerimden Özür Diliyorum’ kampanyasına katılan isimler de
hedefinde yer alan isimlerden bazıları. Pek çok gazeteci ve yazarı “İçimizdeki Şeytan, “Gizli Ermeni”, “Sülük”,
“Kansız”, “Soysuz” ve “Zıpçıktı
Besleme Kalem Takımı” olarak tanımlıyor ve hedef gösteriyor [12], [13].
Son olarak Van'ın
Erciş İlçesi'ninin düşman işgalinden kurtuluşunun 94'ncü yıl dönümünün
kutlandığı törenlerden “Gerçek mermi kullanıldı” başlıklı bir haberle yazıyı [14]
burada noktalıyorum.
ss
ss
"Her yıl olduğu gibi temsili olarak
ilçenin Ermenilerden kurtuluş sahnesinin canlandırıldığı kurtuluş törenleri sırasında
Erciş Belediyesi'nde temizlik işçisi olarak çalışan ve Ermeni askeri
rolünü canlandıran Murat Alpsalaz, yanında patlayan av tüfeklerinin birinden
çıkan boş kovanla boynundan yaralandı. Erciş Devlet Hastanesi'ne götürülen Murat
Alpsalaz, yapılan müdahalenin ardından taburcu edildi."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder