Nick Cave'i
takıntılı bir şekilde sevdiğimi belirterek başlamalıyım yazıya. Bu yüzden, onun
müziğine, sesine ya da kendisine dair görüşlerim abartılı bulunabilir ki bundan
da zerre şikâyetçi değilim. “Sahnede en çok kimi görmek istersiniz?” sorusuna
vereceğim tartışmasız ilk yanıttır Nick Cave. 2001 yılında gelmişti Türkiye'ye,
ancak o zaman ben yeterli bilinç düzeyine ulaşmamış olmalıyım ki, konser
ertesinde haberim olmuştu gelişinden ancak. İlerleyen yıllarda hep onu
bekledim, ama memlekete de gelmedi bir daha. 'O gelmezse ben giderim.' dedim,
geçen yaz çıktığı turnedeki bir konserine bilet aldım, resmi ıvır zıvırlar gecikince
onu da kaçırdım. Sonuçta, sahnenin en çok yakıştığı adamı sahnede bir türlü
göremedim.
Nick Cave
şarkıları karanlıktır, hatta bazı bazı korkutucudur. Bu cümleyi okuyunca sonra,
‘Song of Joy’u dinleme isteği hâsıl oldu içimde. İsmiyle tezat bu şarkı Murder
Ballads (Cinayet Şarkıları) albümünün en ürkütücü şarkısıdır bence. Nick Cave
muhteşem bir hikâye anlatıcısıdır. Bu şarkı da hem hikâyesiyle, hem müziğiyle,
hem Nick Cave’in sesiyle ve kesinlikle yorumlayış biçimiyle, arkadaki
vokallerle, geri planda bazen belirginleşen bazen belirsizleşen gerilimi
yükselten seslerle, piyanonun güçlü ritimleriyle bu karanlık albüm için müthiş
bir başlangıç şarkısıdır. Şu evrende en iyi şarkı yazarlarından biridir bana
göre. Sözleri şiirdir aynı zamanda, o da zaten bir ozandır pekâlâ. Sözleri
yatıştırmaz, huzursuz eder, zihninize çakılır kalır. Sesi işgalcidir.
Dolayısıyla, bence iyi bir eşlik edici değildir, bir fon müziği ise asla
değildir. Nick Cave dinlerken, Nick Cave dinlemelisinizdir: kitap okurken ya da
çalışırken ya da iş yaparken dinlenebilecek bir müzik - yok hayır - değildir.
Alıkoyar sizi zaten, kendinden başka bir şeye fırsat vermez, işgalciliği de
buradan gelir. Şimdi hatırlamıyorum kimdi –yanılmıyorumdur umarım– ama birisi
“Kelime Jonglörü” demişti okuduğum bir yazıda Nick Cave için. Bazen bir
şarkıdaki bir söz uzun zaman çıkmaz aklınızdan, bazen bir melodi, bazen her
şey… İlahi gibi de bulunabilir belki –sözlerin yanı sıra müzikal anlamda da– gayet
dinsel bir yönü de vardır kimi şarkılarının. Ancak, şarkılarında dolaşıma
soktuğu tanrı kavramının mevcut tanrı tezahürlerinden olmadığı da bence
sabittir.
Bloğumda hangi
şarkısını paylaşacağım üzerine oldukça düşündüm. Bende 20’ye yakın albümü ve
çokça sevdiğim o kadar şarkısı var ki… Sonunda onun en bilindik – amiyane
tabirle en piyasa – şarkısında “Where The Wild Roses Grow” karar kıldım. Eğer
daha önce Nick Cave dinlememişseniz – sizin adınıza üzülmekle beraber– bu
şarkının iyi bir başlangıç olabileceğini düşündüğümden onu tercih edişim. Murder
Ballads(1995) albümünde, Kylie Minogue ile beraber seslendirdiği bu şarkının
sözlerini de çevirmeye çalıştım. Yer yer İngilizce aslında geçmese de bazı kelimeler
de ekledim çeviriye, aksi halde kimi bölümlerde cümleler veya ifadeler eksikmiş
veya yapaymış izlenimi veriyordu.
Where The Wild Roses Grow
They call me The Wild Rose
But my name was Elisa Day Why they call me it I do not know For my name was Elisa Day From the first day I saw her I knew she was the one She stared in my eyes and smiled For her lips were the colour of the roses That grew down the river, all bloody and wild When he knocked on my door and entered the room My trembling subsided in his sure embrace He would be my first man, and with a careful hand He wiped at the tears that ran down my face They call me The Wild Rose But my name was Elisa Day Why they call me it I do not know For my name was Elisa Day On the second day I brought her a flower She was more beautiful than any woman I'd seen I said, "Do you know where the wild roses grow So sweet and scarlet and free?" On the second day he came with a single red rose Said: "Will you give me your loss and your sorrow" I nodded my head, as I lay on the bed He said, "If I show you the roses, will you follow?" They call me The Wild Rose But my name was Elisa Day Why they call me it I do not know For my name was Elisa Day On the third day he took me to the river He showed me the roses and we kissed And the last thing I heard was a muttered word As he knelt (stood smiling) above me with a rock in his fist On the last day I took her where the wild roses grow And she lay on the bank, the wind light as a thief And I kissed her goodbye, said, "All beauty must die" And lent down and planted a rose between her teeth But my name was Elisa Day Why they call me it I do not know For my name was Elisa Day |
Yaban Güllerinin Yetiştiği Yer(de)
Bana Yaban Gülü diyorlar
Oysa Elisa Day’di adım
Neden böyle dediklerini bilmiyorum
Elisa Day olduğundan adım
Onu gördüğüm ilk gün, anlamıştım, oydu aradığım
Gözlerimin içine baktı ve gülümsedi
Dudakları güllerin rengindeydi
Nehrin aşağısında büyüyenlerden, hepsi kan rengi ve yabani
Kapımı çalıp odaya girince
Titremem yatıştı onun güvenli kucağında
İlk erkeğim olacaktı, dikkatlice, eliyle
Sildi yüzümden süzülen yaşları
Bana Yaban Gülü diyorlar
Oysa Elisa Day’di adım
Neden böyle dediklerini bilmiyorum
Elisa Day olduğundan adım
İkinci gün bir çiçek götürdüm ona
Güzeldi tüm gördüğüm kadınlardan
Dedim, “Biliyor musun bittikleri yeri yaban güllerinin
Tatlı, kıpkızıl ve hür?”
İkinci gün geldi elinde tek bir kırmızı gülle
Dedi, “Bağışlar mısın bana kaybını ve kederini,”
Onayladım başımla, yatakta uzanmışken ben
Dedi, “İzler misin beni, sana gülleri gösterirsem?”
Bana Yaban Gülü diyorlar
Oysa Elisa Day’di adım
Neden böyle dediklerini bilmiyorum
Elisa Day olduğundan adım
Üçüncü gün nehre götürdü beni
Gösterdi bana gülleri ve öpüştük
Ve duyduğun son şey boğuk bir kelimeydi
Avucunda bir taşla, eğilirken üzerime benim
Sonuncu gün yaban güllerinin yetiştiği yere götürdüm onu
Ve nehrin kenarında uzanırken o, bir hırsız gibi çıkageldi rüzgâr
Ve elveda öpücüğü kondurup dudaklarına, dedim, “Güzel olan her şey
ölmeli sonunda.”
Ve eğildim ve bir gül yerleştirdim dişlerinin arasına
Bana Yaban Gülü diyorlar
Oysa Elisa Day’di adım
Neden böyle dediklerini bilmiyorum
Elisa Day olduğundan adım
|
Şarkı üzerine
yorumda bulunmak istemiyorum. Zira sözlerin büyüsünü bozmaktan imtina ederim.
Ancak, bir iki şey söylemeden de edemeyeceğim. Birbirini takip eden
dörtlüklerde olayların, bir Nick Cave’in bir de Kylie Minogue’un ağzıyla
verilmesi çok etkileyici değil mi size de? Kylie Minogue’un “Üçüncü gün…” diye başlarken, Nick
Cave’in “Sonuncu gün…” demesi
örneğin. Ve son bir şey var şarkıya ait söylemek istediğim. Bu şarkı üzerine
yazarken aklıma Jean-Luc Godard’nın çok sevdiğim bir filmi geldi: Le Mépris (Nefret).
Daha doğrusu bu filmden bir replik... Filmde, adam kadına “I love you totally, tenderly, tragically – Seni bütünüyle, şefkatli ve
trajik bir şekilde seviyorum.” diyordu. Bu cümledeki duyguyla şarkı arasında
da bir paralellik yok mu sizce de, ne dersiniz?
1 yorum:
30 ocak'ın bu karlı gününde kulaklıklarımı taktım nick cave dinliyorum,sayende.
teşekkürler
Yorum Gönder