20 Ekim 2012 Cumartesi
15 Ekim 2012 Pazartesi
"Gülmek ideolojik bir eylemdir!"
ODTÜ - "Gülmek ideolojik bir eylemdir" kısa film *
İç-mihrak
Zeynep Kuray
* Gülmek İdeolojik Bir Eylemdir.
---Bingöl Üniversitesi'nde
Aydın Erdem anmasına katıldıkları gerekçesiyle toplamda 80 öğrenci hakkında
soruşturma başlatıldı.
4 kişi 6 ay,
1 kişi 4 ay,
55 kişi 15 gün,
kalan
öğrenciler de uyarı ve kınama ile cezalandırıldı.
Öğrenciler cezaların iptali
için dava açtılar.
---ODTÜ Sosyoloji 1. sınıf öğrencisi Mehmet Sundu
"Yasadışı örgüt üyeliği" gerekçesiyle tutuklandı.
------Dersim'de KCK
operasyonları kapsamında gözaltına alındıktan sonra tutuklanan 5 üniversite öğrencisine
'örgüt üyeliği' ve 'örgüt propagandası' yaptıkları gerekçesiyle toplam 79 yıl
hapis cezası verildi.
---Dumlupınar Üniversitesi'nde, 'Türkiye Üniversiteler
Meclisi' afişi asan 3 öğrenciye soruşturma açıldı.
---Isparta Süleyman Demirel
Üniversitesi'nde 3 Ekim 2011 tarihinde basın açıklaması gerçekleştirilen 51
üniversiteliye, basın açıklaması gerçekleştirdikleri gerekçesiyle 15 gün
uzaklaştırma cezası verildi. Soruşturmalar açıldıktan sonra soruşturmaları
protesto etmek için yapılan eylemden dolayı bir üniversite öğrencisi de 1 ay
okuldan uzaklaştırma cezası aldı.
---Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nde
"kitap takas standı" açan 7 öğrenci hakkında soruşturma açıldı.
---SDP'nin gençlik kolu olan Dev-Lis üyesi Dersim Dinçer, Ali Okutan ve
Bedrettin Akdeniz, Newroz bayramını KCK talimatları kapsamında 21 Mart günü
kutladıkları gerekçesiyle tutuklandılar.
---İstanbul'daki İsmail Erez Endüstri
Meslek Lisesi'nde, 7 Mart'ta gerçekleştirilen kantin boykotuna katılan lise 3
öğrencisi Abdülmelik Yalçın, okuldan atıldı. İlçe Öğrenci Disiplin Kurulu,
karara gerekçe olarak Abdülmelik'in okul müdürlüğünden izin almadan basına
bilgi vermesi ve bildiri dağıtmasını gösterdi.
---Kamuoyunda Poşu davası"
olarak bilinen, Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül 'ün yargılandığı
davada karar çıktı. 25 ay tutuklu kaldıktan sonra geçen celse tahliye edilen
Kırmızıgül'e toplam 11 yıl 3 ay hapis cezası verildi.
-ODTÜ Öğrencileri İlhan
Kaya ve Barış Önal da "yasadışı" örgüte üye olmak suçlamasıyla
içerideler.
-Ve daha nicelerimiz...
Niccolò
Paganini - Caprice No. 24
16 Eylül 2012 Pazar
Doğum Günün Kutlu Olsun Hrant!
Doğum Günün Kutlu Olsun Hrant
Uluslararası Hrant Dink Ödülü'nün
dördüncüsü Hrant'ın 58. Doğum günü olan 15 Eylül Cumartesi akşamı düzenlenen
törenle Türkiye'den İsmail Beşikçi ve Rusya'dan Uluslararası Memorial
Topluluğu'na verildi.
Hrant Dink Vakfı'nın düzenlenen Hrant
Dink Ödül törenine katılanlar, Hrant'ı anmak ve ailesine destek olmanın yanı
sıra, bu buluşmaların bir arada olmanın gücünü hissetmek ve toplumsal değişim
yaratmaktaki önemine vurgu yaptı.
Ödülü Beşikçi ve Memorial'ın alması anlamlı
2012 Hrant Dink Ödül törenine katılanlar
ödülü İsmail Beşikçi'nin almasını yerinde bir karar olarak görürken, ödülün
diğer sahibi Memorial'ı bu ödül sayesinde daha yakından tanımak imkân bulmaktan
memnundular. Banu Güven ödüllerin çok içine sindiğini belirtti:
"Daha önce bir kayıp sebebiyle duyduğumuz Memorial’ı daha yakından anlamak
imkânı oldu. İsmail Beşikçi'nin bu ödüle değer görülmesi çok şey anlatıyor.
Daha iyi bir gelecek yaratmak ancak hakikatle, tarihle, geçmişle yüzleşerek
mümkün. İsmail Beşikçi'nin söylediği gibi sadece lafta kalan özürler, hamaset
hakikate ulaşmayı sağlamaz. Hakikat için çalışan Hrant'ın adına verilen bu
ödülü o hakikatin bekçilerinden biri olan, hep gerçeğin peşinden gitmiş,
haksızlıklara uğramış ve yılmamış bir insanın alması çok değerli."
Ayşe Gül Altınay İsmail
Beşikçi'nin kabul ettiği ilk ödülün konuşmasında tutuklu bir akademisyen
olan Müge Tuzcuoğlu'ndan bahsetmesinin çok anlamlı olduğunun altını çizdi.
"Memorial da umuyorum bu ödül sayesinde daha çok bilgi edinip ilham
alacağımız bir hareket olacaktır. Türkiye ve Rusya arasındaki baskı ve insan
hakları korkutucu bir benzerli var, bu ödül ise direniş ve mücadelede bir
kardeşliği getirdi."
Cüneyt Cebenoyan barıştan yana
bir caba olan bu törenlerin halkların kardeşliğine ve Türk-Ermeni ilişkilerine
katkısı olacağını söylerken törendeki topluluğun çok umut verici ancak Türkiye
genelinde ufak bir topluluk bir topluluk olduğunu belirtti.
Hrant Dink Ödülü'nün insan hakları
adına önemli olduğunu belirten Maya Arakon bu törenlerin sembolik
önem taşıdığını ve sürekliliğinin bir şeyleri değiştirmesini umduğunu belirtti:
"Keşke Hrant Dink'i böyle bir törenle anmak zorunda olmasaydık. O,
yokluğuyla büyük ışıklar yaktı. Umarım onun toprağa düşmesi Türkiye için
karanlık olduğu kadar büyük bir aydınlığın da ilk adımı olmuştur, olmaya devam
edecektir."
Ödül törenini çok önemli bulduğunu
belirten Lale Mansur "Değişim sadece bu törenlerle olacak bir
şey değil ama 2015 geliyor ve bir şeyler değişmek zorunda." dedi.
Herkesin bu törende olması
gerektiğini söyleyen Nevin Sungur sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hrant, ölümüyle bile çok şey değiştirdi. Cenazesinde 200 bin kişinin
toplanması bu ülkede bir kırılma noktasıdır. Her şey bir anda değişmiyor ama
çabalamak, vazgeçmemek lazım. Hrant, değiştirmeye devam edecek bir şeyleri.
Doğum günün kutlu olsun Hrant."
Tanbay: "Hrant neredeyse biz oradayız"
"Türkiye'nin en güzel
insanlarından birini kötü bir katliamla kaybettik. Bu acının büyüklüğünü biz
kendi anılarımızda da yaşadık ve Hrant'ın anmalarında beraber olmaya
çalışıyoruz" diyen Sezen Öz, Hrant için bir araya gelen insanların
değişim yaratması konusunda şunları söyledi: "Değişimi ummak istiyoruz. Bu
törenlerle insanlar bir şekilde etkileniyor ama peşin yargılı bir kesim var.
Toplumdaki ikirciklikten yararlanıp, yarayı kaşıyanlar var. Ummak istiyorum
eşitlikçi bir dünyaya doğru gitsin ve etkilensin insanlar."
Hrant'a sadakatten ötürü törene
geldiğini söyleyen Serra Yılmaz, "Daha kalabalık ve sürekli burada
olmalıyız" dedi. Bu ödülün Hrant'ın kişiliği üzerine kurulu olmasını ve
onun barış için mücadelesini vurguladığı belirten Zeynep Tanbay, törenin
uluslararası bir düzeye geleceğine inandığını söyledi. Tanbay, dava sürecinde
Beşiktaş'ta toplanmaların Türkiye hukuk tarihinde önemli olduğunu belirtti:
"Hrant neredeyse biz oradayız".
Törenin Işıklar bölümünde ödül alan
TÖDİ'den Benan Molu bu ödülün tutuklu öğrencilerin Türkiye'de ve
uluslararası alanda duyulmasında etkili olmasını umduklarını söyledi. Ahmet
Saymadi, törene gelenlerin Türkiye'de barış, özgürlük ve halkların yan
yana yaşamasından yana çoğunluktan olduğunu vurguladı.
Haber:
8 Eylül 2012 Cumartesi
Zeki Demirkubuz vs. Sırrı Süreyya Önder vs. Engin Günaydın
Bi punduna getirip yine İstanbul’dan
Arıklı’ya kaçmayı başardım. İş güç vakti, sürekli yatışın ve İstanbul’dan
kaçışın nasıl mümkün olduğu ve/veya Arıklı’nın neresi olduğu ise bu yazıyla
ilgisi olmayan, işbu sebeple belki ileride (inşallah diyeyim) sözünü edeceğim
mevzular...
Neyse, dün gece internette dolanırken
içimde Bajar dinleme isteği hasıl oldu. “Birden” diyemeyeceğim zira buralara
geldiğimden beri -pek de itibar etmediğim- haberleri takip etme alışkanlığım
nüksetmiş, birbirinden sinir bozucu gündem maddeleri sonrası gayet arabesk
dürtülerle (bu noktada yanlış anlanmak istemediğimden parantez açma gereği
duyuyorum, zira arabeski severim) Bajar
dinlemek istemiştim. (Bir parantez daha açıp, Bajar’ın icra ettiği müziğe
arabesk diyemeyeceğimi ama Duman ya da Hayko Cepkin gibi arabesk bir damar
içerdiğinin de yadsınamayacağını söylemek isterim.)
Bu durumda ulu Youtube yardımıma
yetişirken pek de alakasını çözemediğim bir şekilde Sırrı Süreyya Önder’le
Engin Günaydın’ın sohbet ettiği bir videoyu, Bajar’ın bir videosunu takiben
tavsiye ederek gecenin seyrini de değiştirmişti.
Nihayet sadede gelirsem, bazı mevzuları
sonra bahsetmek üzere geçmeme rağmen lafı bu kadar uzatabildikten sonra
diyeceğim odur ki, bu yazının konusu Zeki Demirkubuz’un Yeraltı filmi
bağlamında Sırrı Süreyya Önder ve Engin Günaydın’ın “En Heyecanlı Yeri” adlı
programda yer alan sohbetleri...
Filmdense bahsetmeyeceğim, zira ben
de Sırrı Süreyya Önder gibi filmi
izlemedim : ) Zaten aylardır sinemaya gittiğim mi var, en son “Bir Zamanlar Anadolu’da”,
o kadar yani.
Adet yerini bulsun, filmin fragmanı şurada
bulunsun:
Sohbete gelirsek, videolar 2 bölüm halinde
yayımlanmış. Youtube’ta gelişigüzel yer alan bir sürü video var, sanırsam
sohbetlerin tamamı şu 2 videoda mevcut. Videoları sayfayı iyice kastırmamak
adına embed etmiyorum, linkleri ekliyorum:
30 Ağustos 2012 Perşembe
Ordan burdan dizeler
…
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır…
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır…
dizeleri aklıma geldi Murathan Mungan’dan [1], ajandama not
ettiğim cümleyi görünce, 3 Eylül 2010
tarihinin altında. Aynı gün ameliyat olmuşum. Ameliyat sırasında gönderilmiş,
ben de not etmişim oraya –sonra bir vakit muhtemelen–. Bugün eski ajandalardan
birinde yazdığım bir yazıyı ararken gördüm cümleyi:
“Seni öylesine düşledim ki yitirdin gerçekliğini.”
Egon Schiele - Autumn sun and trees
O ana dair söylenmiş adeta. O süreçte öyle duyumsamıştım. Şimdi okuduğumda bir şiirin dizeleri olabileceği aklıma geldi, öyleymiş:
Seni Öylesine Düşledim Ki
Seni
öylesine düşledim ki yitirdin gerçekliğini.
Bu canlı
bedene sahip olmanın ve benim taptığım sesin çıktığı bu ağzı öpmenin daha
zamanı değil midir?
Seni öylesine düşledim ki senin gölgeni kucaklaya kucaklaya, göğsümün üstünde kavuşmaya alışmış olan kollarım belki de senin belini saramayacak.
Seni öylesine düşledim ki senin gölgeni kucaklaya kucaklaya, göğsümün üstünde kavuşmaya alışmış olan kollarım belki de senin belini saramayacak.
Beni
günler boyu ve yıllar boyu yöneten ve kendine çeken gerçek
görüntün
karşısında bir gölge gibi kalacağım kuşkusuz.
Ey
duygusal dengeler.
Seni
öylesine düşledim ki zaman yok artık uyanmama hiç kuşkusuz.
Ayakta
uyuyorum, yaşamın ve aşkın bütün görünümlerine sunulmuş
beden ve
sana, benim için bugün tek önemli şey olan sana, senin
alnına
ve dudaklarına belki de hiç dokunamam, ilk gördüğüm birinin
dudaklarına
ve alnına dokunduğum kadar.
Seni
öylesine düşledim, görüntünle öylesine yürüdüm, konuştum,
yattım
ki görüntün bile silindi gözlerimin önünden ve yine de yaşamının güneş saati
üstünde ağır ağır gezinen ve gezinecek olan gölgeden bir kat daha koyudur
gölgen, görüntüler arasında görüntün eksiksizdir.
Robert DESNOS (Çeviri: Eray CANBERK)
[1] Murathan Mungan’ın “Yalnız Bir Opera” şiirinden.
Kaktüs çiçeği
Pazar
(26 Ağustos) itibariyle –maalesef– İstanbul’a döndüm. İstanbul yine nemli,
sıcak ve bunaltıcıydı. Evden ayrı kaldığımda odamı özlemiş olurum, bu sefer
odamı bile özlememişim. Yine de bizi bekleyen güzel bir sürpriz varmış evde.
Mutfak
penceresinin önünde dizili kaktüslerden birisi çiçek açmış: HARİKULADE!
Kaktüslerin
çiçekleri bana hep şaşırtıcı gelmiştir; bizdekiler öyle ya da. Uzunca bir sapın
ucunda koskocaman bir çiçek. İnce sap çiçeği taşıyamamış ve yarısından lif lif
ayrılmaya başlamış. Annem bir çıtayla gövdeyi desteklemeye çalıştı. “Ertesi
gün, günışığında fotoğrafını çekerim,” diye düşündüm başta. Annem hatırlattı,
bir günlük olabilirmiş kaktüsün çiçeği. Ben de bir iki fotoğraf çekiverdim o an
iyi kötü. İyi ki çekmişim; ertesi gün sap çiçeği taşıyamayıp kopmuştu. Çiçek birkaç
gün de ufak bir bardağın içindeki suda yaşamaya devam etti, soldu sonra. Olur
mu bilmem kurutmak için yerleştirdim bir kitabın arasına, belki bir mektup ya da karta iliştirip gönderirim bir arkadaşa.
10 Temmuz 2012 Salı
Melankoli
Sabahattin
Ali’nin şiiri, Ali Kocatepe’nin bestesi ve Nükhet Duru’nun sesiyle… Bu ses, bu
yorum harika! Bir şeyler demek istiyorum, diyemiyorum. Ah, melankoli…
Melankoli
Beni
en güzel günümde
Sebepsiz
bir keder alır
Bütün
ömrümün beynimde
Acı
bir tortusu kalır
Anlayamam kaderimi
Bir ateş yakar derimi
İçim dar bulur yerimi
Gönlüm dağlarda bunalır
Ne kış ne yazı isterim
Ne bir dost yüzü isterim
Hafif bir sızı isterim
Ağrılar sancılar gelir
Yanıma düşer kollarım
Görünmez olur yollarım
En sevgili emellerim
Önüme ölü serilir
Ne bir dost ne bir sevgili
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar melankoli
Kafamın içersi ölür
Sabahattin Ali
Etiketler:
Ali Kocatepe,
melankoli,
Nükhet Duru,
Sabahattin Ali,
şiir
9 Temmuz 2012 Pazartesi
Jean Genet
1
önceki yazımı CocoRosie’ye ait olan ve Antony Hegarty ile beraber
seslendirdikleri harikulade “Beautiful Boyz” şarkısıyla bitirmiş ve sözlerin
Jean Genet’ye dair olduğunu belirtmiştim. Sözleri çevirmeye kalksam mı
bilemedim, biraz da üşendim doğrusu. Bir ara oturup çevirmeye çalışayım, ama
şimdilik sözleri ekliyorum. Bir de yıllar yıllar önce, dayımların gömme
dolabında bulduğum bir yığın eski dergi ve kitap içinde 1990 yılına ait Düşün
Dergisi’nde Jean Genet’nin yaşamöyküsünü okumuştum. Çok etkilendiğimden,
İstanbul’a döner dönmez Hizmetçiler (Les Bonnes) adlı oyununu almıştım (çok da
beğenmiştim). Her neyse, dergideki bu ilginç hayat hikâyesini aşağıda şarkı
sözlerine müteakip aynen alıntılıyorum.
Beautiful Boyz
Born illegitimately
To a whore most likely
He became an orphan
Oh what a lovely orphan
He was sent to the reformatory
Ten years old was his first glory
Got caught stealing from a nun
Now his love story had begun
Thirty years he spent wandering
A devil's child with dove wings
He went to prison
In every country he set foot in
Oh how he loved prison
How awfully lovely was prison
All those beautiful boyz
Pimps and queens and criminal queers
All those beautiful boyz
Tattoos of ships and tattoos of tears
His greatest love was executed
The pure romance was undisputed
Angelic hoodlums and holy ones
Angelic hoodlums and holy ones
All those beautiful boyz...
To a whore most likely
He became an orphan
Oh what a lovely orphan
He was sent to the reformatory
Ten years old was his first glory
Got caught stealing from a nun
Now his love story had begun
Thirty years he spent wandering
A devil's child with dove wings
He went to prison
In every country he set foot in
Oh how he loved prison
How awfully lovely was prison
All those beautiful boyz
Pimps and queens and criminal queers
All those beautiful boyz
Tattoos of ships and tattoos of tears
His greatest love was executed
The pure romance was undisputed
Angelic hoodlums and holy ones
Angelic hoodlums and holy ones
All those beautiful boyz...
Jean Genet (1910 - 1986)
Doğduktan hemen sonra annesinin terk ettiği evlilik dışı bir çocuk olan Genet, önce yetimhanelerde, sonra da bir köylü ailesinin yanında büyüdü. 10 yaşında hırsızlıkla suçlandı ve gönderildiği Mettray ıslahhanesinden tamamen toplum dışına itilmiş bir delikanlı olarak kaçtı. Bundan sonraki yaşamının büyük bir bölümünü kanun dışı olarak geçirdi: İspanya' da dilencilik ve homoseksüel fahişelikten hapse atıldı, İtalya' da yankesicilikten, Arnavutluk'ta sığır hırsızlığından yattı. Polonya'da piyasaya sahte para sürmekten, Hollanda'da ülkeye uyuşturucu sokmaktan tutuklandı. Alman işgali sırasında Fransa'da Fresnes cezaevinde olan Genet, 1942' de bir iddia üzerine, müşterisini öldüren bir homoseksüele ithaf ettiği ilk şiirini yazdı. Yine aynı cezaevinde yazdığı ilk romanı Notre Dame de Fleurs (1944) ile Cocteau, Sartre ve Simon de Beauvoir'ın ilgisini çekti. Bu ve bundan sonraki romanı olan Miracle de la Rose'da (1946) Genet büyük bir dil ustalığıyla kendi dünyasını anlatır. Genet'yi reddeden burjuva toplumun reddidir bu dünya: Suç ve sapıklık normal, cinayet ve ihanet kahramanlıktır. Genet'nin zarif hatta törensel bir Fransızcayla yazmayı, edebiyat ve sanat konusundaki bilgilerini nasıl öğrendiği hala bir sırdır.
Pompes Funebres (1974) ve Quenerelle de Brest adlı iki romanından sonra Genet
1948’de artık ün kazanmış olmasına rağmen onuncu kez hırsızlıktan hüküm giydiği
için müebbet hapse mahkûm oldu. Ancak birçok tanınmış yazarın imzaladığı bir
dilekçe ile affedildi. Aynı yıl otobiyografisine en yakın kitabını Journal de
Voleur’ü yayımladı ve daha sonra tiyatro ile ilgilenmeye başladı.
İlk oyunu Haute Surveillance, ikincisinden (Les Bonnes) ancak iki yıl sonra 1949’da sahnelenebildi. Les Bonnes ise Genet için bir çeşit intikamdı. Artık karşısında tiyatroda canlı seyirciler vardı; hırsız Genet’nin toplum karşıtı fantezilerini seyretmek için para ödüyorlardı. Özgürlük ve ün Genet’nin bir süre için bunalıma girmesine neden oldu: altı yıl boyunca hiç bir şey yazmadı. Le Balcon (1956) ile Uyumsuzluk Tiyatrosu evrenine girdi. Les Negres (1957) ve Les Paravents (1961) adlı oyunlarını bazı eleştirmenler "Tiksinti tiyatrosu" olarak da nitelendirdiler. Les Paravents (Paravanlar) oyununda Genet, Cezayir savaşı çerçevesinde yine toplum dışı insanların yanında ve güçlülerin karşısında yer alır. Açık havada ve dört katlı bir sahnene oynanması için düşünülen bu oyun, anal erotizm, ama daha çok da içerdiği siyasi imalar yüzünden 1966'ya kadar Fransa'da oynanmadı.
Genet'nin
1940'larda çektiği Un Chant d' Amour adlı filmi de homoseksüelliği yücelttiği
için yaygın seyirci kitlesine ulaşamadı.
Kaynak: Yeni Düşün
Üç Aylık Kültür ve Sanat Dergisi
Bahar 1990
Üç Aylık Kültür ve Sanat Dergisi
Bahar 1990
Etiketler:
Beautiful Boyz,
Hizmetçiler,
Jean Genet,
Les Bonnes
7 Temmuz 2012 Cumartesi
Psychedelic durumlar ya da Vecd hali
Bugünlerde
sabah akşam Antony dinliyorum. Önümüzdeki pazartesi konseri var ve ben şu gök
kubbe altında canlı performansını en çok görmek istediğim kişilerden olan bu adeta
“dünya dışı” varlığı dinleyemeyecek olmanın hayal kırıklığını yaşıyorum.
Tekrar! Gerçi İstanbul’a ilk gelişinde habersizdim –her anlamda–. Onu, ilk defa
maalesef İstanbul’a gelişinden kısa bir süre sonra “Eternal Children” filminde
dinlemiştim. Sadece kısa bir süre önce konser için İstanbul’da olduğunu
öğrenince de çok üzülmüştüm. O gün bugündür “gelse de gitsek” beklentisi
içindeydim ki İKSV bu yılki caz festivali programını açıklayınca tarifsiz
sevinçlere gark oldum. Heyhat şimdiyse gidemiyorum. İnsan bir şeyi çok
istememeli zaten. Yıllar yıllardır Nick Cave’i bekliyorum, en sonunda “o gelmiyor
ben gideyim” deyip almış olduğum bilet, vize işlemlerinin gecikmesi yüzünden
çöpe gitmişti. Bu da içimde uhdedir, hatırlayıp hatırlayıp sinir olurum.
Antony And The Johnsons (ve
Filarmonia İstanbul 'Cut The World') konseri 9 Temmuz’da Cemil
Topuzlu’da [1]. Tek
tesellim, konser mekânının Cemil Topuzlu olması… Zira pek hazzetmem işbu
mekândan. Bunda, parasız olmanın neticesi olarak sahnenin epey uzağına düşen
biletlerden almak zorunda kalmanın etkisi yadsınamaz. Tabi (nerde çokluk orda
bokluk hesabı) konsere geliş amaçlarının ne olduğunu bir türlü çözemediğim
kişilerin –görece– fazlalığını da unutmamak gerek. Bir de geçen yıl yine Caz
Festivali’nde bu mekânda gerçekleşen Javier
Limon’s “Mujeres De Agua” (Suyun
Kadınları) konserinde Beyaz Türklerin nefretine tanık olduğumuz tatsız anı var.
Zaten “nezih” cazseverlerin Aynur’u yuhalayıp sahneden indirdikleri bu konser
sonrası içimden, fazla insanın olduğu konserlere gitmek gelmiyor. Doğrusu
Antony’yi küçük bir kulüp ya da barda ya da yüksek kubbeli bir kilisede (Aya
İrini’de mesela) dinlemeyi tercih etsem de varsın Cemil Topuzlu’da olsun –benimkisi
gidemeyecek olmanın da kıskançlığı biraz– o konsere her türlü gidilir.
Antony
nasıl tanımlanır? Bildiğim kelimeler yetmiyor, ne desem eksik kalır. Sesiyle,
görünüşüyle, o çok güzel gülümsemesiyle, müziğiyle “melek” imgesi uyandırıyor
zihinde. Cinsiyeti olmayan bir ses onunkisi. Bu yönüyle Nina Simone’u getiriyor
aklıma. Kadın mı erkek mi karar veremediğiniz bu ses, her dinleyişinizde size
farklı şeyler hissettirme potansiyeliyle şarkının sürekli dönüşmesine,
genişlemesine neden oluyor. Bu sesin yaşı da yok ayrıca. Bildiğiniz tüm
tanımlamalardan azade sanki. Yeni jenerasyondan Paolo Nutini geliyor aklıma bir
de cinsiyetsiz, yaşsız sesi nedeniyle. Piyanonun benim üstümdeki etkisidir
bir bakıma da, Antony’ye olan tutkumun sebebi.
Diyorum
ya, onu dinleyip duruyorum. Bu esnada, Youtube’tan “Eternal Children”ın ilk
bölümünü de (Youtube’ta 6 bölüm halinde mevcut) izledim.
İngilizce anlama kapasiteme sağlık, konuşmaları çoklukla anlayamadım. Belgesel CocoRosie’nin “Terrible Angels” şarkısıyla müthiş bir girişe
sahip kanımca. Sierra’nın dediklerini çoklukla anlamamakla beraber, Devendra’yı
anlamayı başarmama kendim de şaşıyorum. Sierra’nın söylediği kısa bir parçayı saymazsak
bölüm Antony’nin müthiş müthiş “You are my
sister”ıyla bitiyor ki, belgeselle ilgili bunca laf kalabalığını esasında
sizde bu bölümü izleme baskısı yaratmak adına yaptım: (Videoyu embed etmiyorum, ayrıca o kadar mp3 ve video ekledim ki sayfa çok ağırlaşacak zannediyorum, bari bu eksik kalsın.)
http://www.youtube.com/watch?v=YjRZmpLs5EY
Peki şimdi Antony'nin hangi şarkısından söz etsem ki! Grupla aynı adı taşıyan ilk albümündeki “Cripple and the Starfish” en sevdiklerimden:
“Leonard Cohen: I am your man” belgeselindeki “if it be your will” ya da. Doğrusu ben hem Leonard Cohen hem Antony yorumunu ayrı beğeniyorum.
Beraber çalıştıkları arasında başka kimler yok ki! Boy George, Lou Reed, Devendra Banhart, CocoRosie, Marianne Faithfull, Björk ilk elden aklıma gelenler…
Jean Genet’yi çok severim. Bunları okurken arkadaşlarımdan biri “Ah ama o Zenciler, Zenciler” diyecektir, eminim. Tamam, “Zenciler” algılanması zor bir tiyatro oyunu, kabul. Ben de 2 kez okuyup kafamda oturtamadım bi türlü. Ama “Hizmetçiler” oyunu çok iyiydi veya Metis Seçkileri’nden Jean Genet’nin “Açık Düşman”ı –zaman zaman yorucu olan makalelerine rağmen– oldukça ufuk açıcıydı. Ah Sinemcim “Jean Genet’yi seviniz!”.
* “Really it's about the life story of Jean Genet, which has been a huge inspiration for the last year and during the creation of the album. He was one of our main muses, so it comes from our fascination with him.”[2]
http://www.youtube.com/watch?v=YjRZmpLs5EY
Peki şimdi Antony'nin hangi şarkısından söz etsem ki! Grupla aynı adı taşıyan ilk albümündeki “Cripple and the Starfish” en sevdiklerimden:
Antony
tabi ki muhteşem, piyano ve illaki yaylılar, bir de sözler:
“…
I am very happy
So please hit me
I am very happy
So please hurt me”
So please hit me
I am very happy
So please hurt me”
“Öylesine mutluyum ki, n’olur kır
beni / Öylesine mutluyum ki lütfen acıt beni” şeklinde çevirebilirim bu bölümü. Ancak siz yine de sözlerin tamamına
bir bakın derim.
“I am a bird now” albümünde Rufus Wainwright’la seslendirdikleri “What can I do” da şiddetle tavsiye
olunur:
“Leonard Cohen: I am your man” belgeselindeki “if it be your will” ya da. Doğrusu ben hem Leonard Cohen hem Antony yorumunu ayrı beğeniyorum.
Bir
de bence Antony’nin birçok çalışmasından oldukça farklı bir ortak işi daha var
ki, ondan da bahsetmek istiyorum. Şarkıyı ilk defa Şahika’nın terasında
dinlemiştim. (Ah o zamanlar üniversitede laboratuvarda tezlerimiz üzerine
çalışan yüksek lisans öğrencileriydik. Ve her Allahın günü mesai bitiminde,
çoklukla Asmalımescit’te ama bazen de –özellikle baharda– pek keyifli olan
Şahika’nın terasında bahar güneşi altında şöyle buz gibi biralarımızı içerdik. “Hey
gidi gençlik, hey!” diyesim geldi tam bu noktada.) Neyse şarkıya dönersek,
çalan şarkıyla bir an kalakaldığımı hatırlıyorum. Ses Antony de müziğe aşina
değilim, elektronik altyapıdan sebep “kim ola ki bunlar?” diyorum. Âdetimdir, değişmez,
hoşuma giden bir şeyler duyduysam ve bilmediğim bir şeyse öğrenmeden rahat
edemem. Ya ona buna sorarım, ya sonra netten bakmak için sözleri not alırım bir
şekilde öğrenmeye çalışırım. Gidip soruyorum laptop başındaki amcaya: Hercules
and Love Affair. Grupla aynı adı taşıyan bu albümde Antony’nin eşlik ettiği 5
şarkı var. Albümün benim için tartışmasız hitlerinden biri “Blind” da terasta
duyduğumuz şarkı. House, disco tarzlarındaki müzik Antony vokaliyle muhteşem:
Beraber çalıştıkları arasında başka kimler yok ki! Boy George, Lou Reed, Devendra Banhart, CocoRosie, Marianne Faithfull, Björk ilk elden aklıma gelenler…
Neyse
yazıyı CocoRosie’den Bianca (Bianca di mi o?) ve Antony’nin beraber
seslendirdikleri müthiş CocoRosie şarkısı “Beautiful Boyz”la bitirmek
istiyorum. Bu şarkıya bayılıyorum. Ama sözlerini okuyunca daha da fazla sevdim
şarkıyı. Okur okumaz aklıma Jean Genet’yi getirdi sözler. Boşuna değilmiş;
baktım şarkının ilham perisi Genet’ymiş* zaten:
Jean Genet’yi çok severim. Bunları okurken arkadaşlarımdan biri “Ah ama o Zenciler, Zenciler” diyecektir, eminim. Tamam, “Zenciler” algılanması zor bir tiyatro oyunu, kabul. Ben de 2 kez okuyup kafamda oturtamadım bi türlü. Ama “Hizmetçiler” oyunu çok iyiydi veya Metis Seçkileri’nden Jean Genet’nin “Açık Düşman”ı –zaman zaman yorucu olan makalelerine rağmen– oldukça ufuk açıcıydı. Ah Sinemcim “Jean Genet’yi seviniz!”.
* “Really it's about the life story of Jean Genet, which has been a huge inspiration for the last year and during the creation of the album. He was one of our main muses, so it comes from our fascination with him.”[2]
“Sözler geçen yıl ve albümün oluşum aşamasında oldukça ilham verici olan Jean Genet’nin hayat hikâyesine ilişkin. O bizim başlıca esin perilerimizden birisiydi, dolayısıyla şarkı ona olan hayranlığımızın bir sonucu.”
2 Temmuz 2012 Pazartesi
"Bir Acıya Kiracı"
…
Heybesinde yılan işaretleri,
Baldıran zehiri yüzüğünün içinde
Ve yanında kav taşıyan ben;
Tekinsizim size göre
İbret için yakılması gereken.
Baldıran zehiri yüzüğünün içinde
Ve yanında kav taşıyan ben;
Tekinsizim size göre
İbret için yakılması gereken.
…
Metin Altıok / Sürgün
Metin Altıok / Sürgün
Bugün
2 Temmuz: Sivas Katliamı’nın yıldönümü. 1993’te 10 yaşındaydım:
hatırlayabilecek bir yaşta. Tüm Türkiye katliamı saatlerce naklen izlemiştik
televizyondan. Dehşeti
hatırlıyorum da, olanları o zaman ne kadar anlamlandırabildiğimi bilemiyorum. O
zamanlar Metin Altıok’u bilmiyorum örneğin. Onun dizelerini bilmeden ne kadar
farkında olabilirim ki olayların? Gerçi düşünüyorum da farklıydı bizim çocukluğumuz, o yıllar… Örneğin çocukken en çok “Şafak Türküsü”nü
severdim Ahmet Kaya’dan. Şimdiyse garip geliyor bu kadar acıtıcı bir şarkıyı
sevmiş olmam.
Aslında o şarkının adı benim için “Saçlarına yıldız düşmüş, koparma anne, ağlama”dır her zaman. “Saçlarına yıldız düşmüş, koparma” ifadesiydi beni o zaman da hayran bırakan. Nevzat Çelik’in şiirinin tamamınıysa yıllar sonra okumuştum:
Aslında o şarkının adı benim için “Saçlarına yıldız düşmüş, koparma anne, ağlama”dır her zaman. “Saçlarına yıldız düşmüş, koparma” ifadesiydi beni o zaman da hayran bırakan. Nevzat Çelik’in şiirinin tamamınıysa yıllar sonra okumuştum:
ŞAFAK TÜRKÜSÜ
1
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama
Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice
2
Bugün görüş günü
Günlerden salı
Islak
Sarı bir yağmur
Ülkemin neresine bakarsa ay
Orada yitik bir anne ağlıyor
Sen aralıyorsun yağmuru
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
Sonra bir umut koşuyorsun
Yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
her bir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak
Bugün görüş günü
Günlerden salı
Islak
Sarı bir yağmur
Ülkemin neresine bakarsa ay
Orada yitik bir anne ağlıyor
Sen aralıyorsun yağmuru
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
Sonra bir umut koşuyorsun
Yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
her bir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak
3
Sanırım baytardı
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boş ver Hipokrat amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk
Sanırım baytardı
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boş ver Hipokrat amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk
Pir sultan'ı düşün anne
şeyh bedrettin'i
börklüce'yi
torlak kemal'i düşün anne…
Hâlâ kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
deniz'i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın
şeyh bedrettin'i
börklüce'yi
torlak kemal'i düşün anne…
Hâlâ kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
deniz'i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın
4
Sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama
Sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama
Kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda
Mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan atların boynuna çıplak
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik adına
havadaki kuş denizdeki balık adına
yürüdüm yıllar boyu
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan atların boynuna çıplak
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik adına
havadaki kuş denizdeki balık adına
yürüdüm yıllar boyu
Dönüp bakmadım arkama
ıraktı gözlerim çok ırak
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa da silinir gider
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer
ıraktı gözlerim çok ırak
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa da silinir gider
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer
5
tören adımlarıyla ölmek
ne garip şey anne
kanlı karanlık bir oyunda başoyuncuyum
bütün gözler üstümde
tören adımlarıyla ölmek
ne garip şey anne
kanlı karanlık bir oyunda başoyuncuyum
bütün gözler üstümde
Sürüyor gecenin karnında şafağa bakan
oyun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kağıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkumunun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kağıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkumunun
6
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün
Ben ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin kara killi ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm
çingenenin kara killi ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm
Yani benim güzel annem
alaca şafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim
alaca şafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim
7
Ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına
Ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına
8
Geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda
Geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda
Usul adımlarla yürüdüm ömrümü
karşımda kurum kurumlaşan darağacı
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
ökse de olsa dört bir yanı)
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı
ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını
karşımda kurum kurumlaşan darağacı
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
ökse de olsa dört bir yanı)
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı
ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını
9
Yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
subaşlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond'u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmi beş kilometreden görebilmek
nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı
Yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
subaşlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond'u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmi beş kilometreden görebilmek
nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı
Ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza
10
Künyemi okudular
suçumuz malum
gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum
iri sözlerim yoktu söyleyecek
usulca baktım yüzlerine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü ayaklarının dibine
Künyemi okudular
suçumuz malum
gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum
iri sözlerim yoktu söyleyecek
usulca baktım yüzlerine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü ayaklarının dibine
Korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgârda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgârda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca
11
Kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara
Kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara
Ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne
Uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kim bilir
ne garip şey anne
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kim bilir
ne garip şey anne
12
Beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kırıldıysa düş evinin kapısı
bütün kırık kapıların çağrılışıyım
kızların yanaklarında çukurlaşan
biten başlayan aşkların ortasındayım
her kavgada ölen benim
bayrak tutan çarpışan
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem benim kavga benim aşk benim
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim
Beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kırıldıysa düş evinin kapısı
bütün kırık kapıların çağrılışıyım
kızların yanaklarında çukurlaşan
biten başlayan aşkların ortasındayım
her kavgada ölen benim
bayrak tutan çarpışan
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem benim kavga benim aşk benim
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim
Bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan şalterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan şalterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler
Bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çiçekler
çiçekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yorgun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çiçekler
çiçekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yorgun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne
Nevzat
Çelik
Şiirde
geçen Şeyh Bedrettin’i, Börklüce’yi, Torlak Kemal’i ise muhtemelen daha
önceleri… Bedrettin’i Nazım’ın Şeyh Bedrettin Destanı’nda okumuştum örneğin. O
zamandan sonra, Ruhi Su’dan bildiğim “Yağmur Çiseliyor”u (onun da aslı “Şeyh
Bedrettin Destanından”mış ya ben de “Yağmur Çiseliyor”dur hâlâ) bir farklı dinlemiştim:
ŞEYH BEDREDDİN DESTANI'NDAN
Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
Serezin esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkânının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.
Serezin esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkânının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor.
Nazım
Hikmet
Yazdıklarıma
bakıyorum da şimdi, yazarken aklıma geliveren onca kişinin –Metin Altıok,
Nevzat Çelik, Şeyh Bedrettin, Börklüce, Torlak Kemal, Nazım Hikmet, Ruhi Su– bu
topraklarda farklı zamanlarda öldürülmüş, süründürülmüş, hapsedilmiş, ölüme
mahkûm kılınmış insanlar olması garip geliyor.
Sivas’ta
93’te Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için orada olan 33 can* yakıldı. Saatlerce
süren yangına polis, jandarma, valilik, hükümet... baktı: hasılı devlet
geleneği bozulmadı.
Sivas Katliamı denilince zihnimde beliren ilk görüntüyse, otel yakılırken “Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar”ın otelin
basamaklarında otururken çekilmiş fotoğraflarıdır. Metin Altıok’un elindeki
fırçadır, Behçet Aysan’ın önündeki yangın tüpüdür, Uğur Kaynar’ın çenesine
dayadığı elidir, ama en çok Metin Altıok’un o bakışıdır:
SÜRGÜN
Kendine sürgün
Bir garip kişiyim;
Sabah akşam imza veren.
Bilmemem gereken
Şeyler öğrendim;
Taraf tutmaz
Tanrı bilirim
Kaybetmekten
Korktuğu için.
Sorular sordum
Sormamam gereken.
Kendime bir
Kefen biçtim
Kendi tenimden.
Sınırlarımı aşmak
Yasaktır bana.
Yoksul yüreğim
En kuytu kahvem.
Acıya tezhibim,
Hüzne redif.
Yalnızlığın gözlerine
Sürme çeken
Öyle biriyim ki;
Geceleri uykusuz
Kuyuları dinleyen.
Adım büyücüye
Çıktı bu yüzden.
Kendine sürgün
Bir garip kişiyim;
Kutsallığı zincir gibi
Parmağında çeviren.
Umudu depremden,
Aşkı külden
Bekleyen benim
Aranızda
Yerim yok zaten.
Heybesinde yılan
İşaretleri,
Baldıran zehiri
Yüzüğünün içinde
Ve yanında
Kav taşıyan ben;
Tekinsizim size göre
İbret için
Yakılması gereken.
Merhabam kalmadı
Kimseyle.
Haç çıkardım
Namaza dururken.
Herkes tanır beni
Alnımdaki döğmelerden.
İnançsızım, dinsizim
Yeminle yalan
İkiz kardeşken.
Kendine sürgün
Bir garip kişiyim;
Bulanık sularda
Yüzünü ararken sevda,
Bir tutam saç derisiyle
Uçuşurken rüzgârda.
Her şey ne kadar
Kendisidir düşünün
Hızla kokuşurken dünya!
Rıh dökülürken
Kan damlalarına,
Cesetler gördüm
Irmak boylarında
Çalıların arasında.
Faili meçhul
Cinayetler bilen
Çaresiz bir adamım
Adını bile kekeleyen.
Bilmemem gereken
Şeyler öğrendim.
Sorular sordum
Sormamam gereken.
Gördüm apaçık
Görmemem gerekeni.
Söylenmezi söyledim.
Suçum büyük
Ve taammüden.
Bir garip kişiyim;
Sabah akşam imza veren.
Bilmemem gereken
Şeyler öğrendim;
Taraf tutmaz
Tanrı bilirim
Kaybetmekten
Korktuğu için.
Sorular sordum
Sormamam gereken.
Kendime bir
Kefen biçtim
Kendi tenimden.
Sınırlarımı aşmak
Yasaktır bana.
Yoksul yüreğim
En kuytu kahvem.
Acıya tezhibim,
Hüzne redif.
Yalnızlığın gözlerine
Sürme çeken
Öyle biriyim ki;
Geceleri uykusuz
Kuyuları dinleyen.
Adım büyücüye
Çıktı bu yüzden.
Kendine sürgün
Bir garip kişiyim;
Kutsallığı zincir gibi
Parmağında çeviren.
Umudu depremden,
Aşkı külden
Bekleyen benim
Aranızda
Yerim yok zaten.
Heybesinde yılan
İşaretleri,
Baldıran zehiri
Yüzüğünün içinde
Ve yanında
Kav taşıyan ben;
Tekinsizim size göre
İbret için
Yakılması gereken.
Merhabam kalmadı
Kimseyle.
Haç çıkardım
Namaza dururken.
Herkes tanır beni
Alnımdaki döğmelerden.
İnançsızım, dinsizim
Yeminle yalan
İkiz kardeşken.
Kendine sürgün
Bir garip kişiyim;
Bulanık sularda
Yüzünü ararken sevda,
Bir tutam saç derisiyle
Uçuşurken rüzgârda.
Her şey ne kadar
Kendisidir düşünün
Hızla kokuşurken dünya!
Rıh dökülürken
Kan damlalarına,
Cesetler gördüm
Irmak boylarında
Çalıların arasında.
Faili meçhul
Cinayetler bilen
Çaresiz bir adamım
Adını bile kekeleyen.
Bilmemem gereken
Şeyler öğrendim.
Sorular sordum
Sormamam gereken.
Gördüm apaçık
Görmemem gerekeni.
Söylenmezi söyledim.
Suçum büyük
Ve taammüden.
Metin Altıok
*Muhibe Akarsu (35 yaşında,
misafir), Muhlis Akarsu (45 yaşında, sanatçı), Gülender Akça (25 yaşında,
sanatçı), Metin Altıok (52 yaşında, şair, yazar), Ahmet Alan (22 yaşında,
sanatçı), Mehmet Atay (25 yaşında, gazeteci), Sehergül Ateş (30 yaşında,
sanatçı), Behçet Aysan (44 yaşında, şair), Erdal Ayrancı (35 yaşında, yönetmen),
Asım Bezirci (66 yaşında araştırmacı, yazar), Belkıs Çakır (18 yaşında,
sanatçı), Serpil Canik (19 yaşında, sanatçı), Muammer Çiçek (26 yaşında, aktör),
Nesimi Çimen (67 yaşında, şair, sanatçı,), Carina Cuanna (23 yaşında,
Hollandalı gazeteci), Serkan Doğan (19 yaşında, sanatçı), Hasret Gültekin (23
yaşında şair, sanatçı),Murat Gündüz (22 yaşında, sanatçı), Gülsüm Karababa (22
yaşında, sanatçı), Uğur Kaynar (37 yaşında, şair) ,Asaf Koçak (35 yaşında,
karikatürist), Koray Kaya (12 yaşında, çocuk), Menekşe Kaya (17 yaşında,
sanatçı), Handan Metin (20 yaşında, sanatçı), Sait Metin (23 yaşında, sanatçı),
Huriye Özkan (22 yaşında, sanatçı), Yeşim Özkan (20 yaşında, sanatçı), Ahmet
Özyurt (21 yaşında, sanatçı), Nurcan Şahin (18 yaşında, sanatçı), Özlem Şahin
(17 yaşında, sanatçı), Asuman Sivri (16 yaşında, sanatçı), Yasemin Sivri (19
yaşında, sanatçı), Edibe Sulari (40 yaşında, sanatçı), İnci Türk(22 yaşında,
sanatçı)
Etiketler:
Behçet Aysan,
Börklüce,
Metin Altıok,
Nazım Hikmet,
Nevzat Çelik,
Ruhi Su,
Sivas Katliamı,
Sürgün,
Şafak Türküsü,
Şeyh Bedrettin,
Şeyh Bedrettin Destanından,
Torlak Kemal,
Uğur Kaynar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)