“AKP iktidarının ileri demokrasisinin, özgürlük tahayyülünün ne mene
bir şey olduğunu anlamak için İçişleri Bakanımızın yaptığı açıklamalar her
vatandaşa yol gösterir nitelikte. Bu konuşmalardan derlediğim bir yazı
paylaşmayı mutlaka istiyorum.”
demiştim 12 Nisan 2012 tarihli “Felaket
pornosu” adlı yazımda. Lafı uzatmayayım; göreve geldiğinden beri TC
İçişleri Bakanlığı görevini, seleflerini aratmayacak bir performansla yürüten (malum,
memlekette İçişleri Bakanlığı görevini icra edenler birbirine rahmet okutan
performanslar sergiliyorlar) İdris Naim Şener ile ilgili derlediğim yazıya geçeyim:
“Önce o arka tarafı ayırt etmekte, neticede zorlanıyoruz. O ayırt etmekteki zorluktan yararlanarak 'ben de maydanozum, ben de iyi otum, ben iyi iş yapıyorum' diyor. 'Bir şey söylüyorum, bana karışma, ben de bu bahçedeyim' diyor. Yani demokrasinin bütün nimetlerinden yararlanarak terör her yere bir şekilde ayrık otu gibi uzanmış vaziyette. Ve bir tarafta terör yapısı bir tarafta onunla gayrihukuki, illegal yapı… Bir tarafta onunla mücadele eden sizler, hukuki yapı hukuk çerçevesinde öyle de olmaya devam edecek, şikâyetimiz yok. Bir tarafta da terörün silahsız yapısı... Silahlıya destek veren yapı... Yani yardımcı kuvvetler. Yerine göre sadece şarkı söylüyor ama üç şarkının arasında bir tane de seyirciye bir şeyler söylerken arada bir güzel cümle sarf ediveriyor. Ne alırsan al, ne anlarsan anla. Sanat icra ediliyor sahnede. Ne yapacaksın, sanata karşı değiliz ama işte bunları bir cerrah hassasiyetiyle ayırt etmek durumundayız, bunları hepimiz bilmek durumundayız. Terör, terörle mücadele, bir de mücadele edenle mücadele eden bir yapı var. O psikolojik harekâtın farkındayız.”
“O kadar hınç var ki devlete karşı, kendi paçavra ara sözleşmelerinde, devlet olmayan bir organizasyon. Yani Türk devletine düşmanlar, bunu anladık da kendilerinin kurmak istedikleri organizasyonda bile devleti kullanmayacak kadar devlet düşmanlığı var. Ne o zaman peki, devlet nedir, ne yapar? Devlet düzendir, devlet hukuktur, devlet hiyerarşidir, devlet mülkiyettir, devlet namustur, devlet özgürlüktür, eğitimdir, sağlıktır, devlet hayatın ta kendisidir. O halde devlet olmayan organizasyon, kim güçlü ise o anda, onun devleti. Gücü yeten yetene, kim egemense onun devleti. Birbirini yiyen insanların topluluğu... İnsan insanın kurdudur. Kim kimi yiyebilirse, kimin ağzı, dişleri kuvvetliyse, devlet o. Ve bunun peşine takılan sempatizanlar. Bir gün o gerçeği yaşasalar, bir gün değil bir saat, 10 dakika yaşasalar biliyorum ne yapacaklar ama kurtuluşu yok, şakası yok çünkü gidenlerden kurtulanların ifadeleri her şeyi ortaya koyuyor. Ben söylüyordum, şimdi itirafçılar söylüyor. Domuz etinden Zerdüştlüğe kadar, bilmem hangi ulustan, kardeşlikten, çok özür dilerim eşcinselliğe kadar, her türlü namussuzluğun, ahlâksızlığın, gayriinsanî durumun olduğu bir ortam. Girişi var, çıkışı yok. Girişi korku, çıkışı ölüm. Böyle bir yapı.”
Geçtiğimiz günlerde Bakan
Şahin’in “Takla”lı söylemi gündeme oturmuştu. Ben haberi ilk olarak Zaytung’da
gördüğümden gülmüş, sonra yayımlandığı bölümün Halkın Sesi [1] olduğunu
görünce olayın vahametinin farkına varmıştım. Bir insanı aşağılamak, kendisini
insanları aşağılamaya muktedir görmek nasıl mümkün olabilir, bilemedim. Burada
bir parantez açmakta fayda var. Zira Zaytung’u bilmeyenler olabilir. Bilenler
bir sonraki paragrafa geçip vakit kaybetmesinler tabi. “Dürüst, Tarafsız, Ahlaksız Haber” sloganıyla internette yer alan
site [2] çoklukla güncel haberleri tiye alıp eleştiri işlevi görüyor. Ancak Halkın Sesi bölümünde, adından da
anlaşılacağı gibi “Halk”a sorulan
soru, inanılması zor –bu kadarına da pes dedirten– ancak gerçekten
dillendirilmiş bir söylem ya da eylemle ilişkin oluyor. Yanıtları ise
hayali 3 kişi yanıtlıyor.
Neyse bu bahsi kapatıp gündemi
oldukça meşgul eden olayın aslına dönelim:
Erzurum Aşkale’de, deniz
bisikletiyle onarıma giden 5 TEDAŞ işçisinin öldüğü gölette incelemelerde
bulunan İdris Naim Şahin ardından Pasinler’e gitmiş, kendisini gördüğü için
sevindiğini belirten bir vatandaşa, "Nereden bileyim sevindiğini, hadi bir takla at, oyna
da göreyim" diyebilmişti [3].
Okuduğunuzda suratınızda anlamsız bir çarpılmaya neden
olabilecek başka bir örnekle devam edelim: Ordu Valiliği Toplantı Salonu'nda Türkiye Muharip
Gaziler Derneği Ordu Şubesi'nin düzenlediği törendeki konuşmasında [4] "Bedel ağır ödendi. Bu bedeli yok
sayamayız. Bu bedel çocuk oyuncağı değil. Bu işin şakası olmaz. Bu işin ciddisi
de olamaz, hiçbir şeyi olamaz." diyerek yaşadığımız şu evrendeki varlığımızı tekrar
sorgulamamıza(!) neden olmuştu.
Ya
da bir başkası: Şahin, Van depremi sonrası gittiği çadırkentte bir
depremzedenin "Tatlı
da geldi bugün" sözlerine "Ne
tatlısı?" sorusuyla karşılık vermiş, "Tulumba, baklava, bülbülyuvası" cevabı üzerine
yanında yer alan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'e dönerek "Sayın Başkanım yani biz de bir çadırla burada bir mekân
tutalım" demişti. Şahin, bir başka çadırın önünde de "Koskocaman sarayda oturuyorsunuz hiç
gel dediğiniz yok" ifadeleriyle ne kadar komik(!) olduğunu gözler
önüne sermişti [5].
Açıkçası buraya kadar alıntıladığım ve son linkte nicelerini bulabileceğiniz
söylemler, kendisinin “ileri demokrasi”
literatürüne kattıkları yanında devede kulak, sürçülisan kabilinden şeyler. O
yüzden biz “ileri demokrasi”nin ne
mene bir şey olduğunu deşifre eden söylemlerle devam edelim.
Örneğin
“özgürlüklerin sınırlandığını
söyleyenlere” cevaben [6] “Birilerine ne oluyor acaba? Sıkıntı nedir?
Özgürlük... Hangi özgürlükten bahsediyorsun. O zaman tutuklanınca da şikâyet
etme. Özgürlük yoksa dışarıda, farkı yok içerinin demek ki. Niye şikâyet
ediyorsun, demek ki var dışarıda özgürlük. Demek ki dışarıda bir özgürlük var,
hem de öyle bir özgürlük ki ‘Ben bu memleketi bölmek istiyorum, özgürlük
özerklik yetmez bilmem ne ’istan’ yapmak istiyorum’ diyecek kadar. İnkâr
edemezsin.” dediği konuşmada “Seni
de, seni konuşturanı da yok ederek, seni de, senin yapını da, bölücüler ve
uzantılarını da özgürleştirmeye çalışıyoruz. Yaptığımız iş bu. Çok derin, çok
kapsamlı bir iş. Burası Edirne, orası Hakkâri, orası Hatay, Sinop; Misak-ı
Milli bunun adı…” diye devam ederek özgürlük tahayyülünün sınırsızlığını
gözler önüne sermişti.
Kendisinin
terör tarifleri ise, AKP tipi demokrasinin yalınkılıç ifadesi olarak okunabilir
[7]: “…Terörü
besleyen arka bahçe var. Bir başka ifadeyle propaganda var, terör propagandası
var.” dediği konuşmasında, terörün ne
şekilde desteklendiğine de açıklık getirerek “Neyiyle veriyor, belki resim yaparak tuvale yansıtıyor. Şiir yazarak
şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazarak oralarda bir şeyler yazıp
çiziyor. Hızını alamıyor terörle mücadelede görev almış askeri, polisi doğrudan
çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyor. Terörle
mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor, uğraşılıyor. Terörün arkadan
dolanarak arka bahçede yürüttüğü faaliyetler ki arka bahçe İstanbul'dur, İzmir'dir, Bursa'dır,
Viyana'dır, Almanya'dır, Londra'dır, her neyse, üniversitede kürsüdür,
dernektir, sivil toplum kuruluşudur.
Şimdi dağdaki ile belki kırsaldakiyle
mücadeleniz kolay bana göre ama bu arka bahçede ayrık otu ile tereler birbirine
karışıyor. Hepsi yeşil renkte görünüyor. Birbirine karışıyor, kimisi zehirli,
kimisi faydalı. Hangisinin faydalı, hangisinin zehirli olduğunu ancak yiyince
anlıyorsunuz.”
Terörün sivil toplum kuruluşları, kültür dernekleri, eğitim
dernekleri yoluyla da desteklendiğini belirten Bakan Şahin bu kurumlara ya da sanata
karşı olmadıklarını belirtip sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Önce o arka tarafı ayırt etmekte, neticede zorlanıyoruz. O ayırt etmekteki zorluktan yararlanarak 'ben de maydanozum, ben de iyi otum, ben iyi iş yapıyorum' diyor. 'Bir şey söylüyorum, bana karışma, ben de bu bahçedeyim' diyor. Yani demokrasinin bütün nimetlerinden yararlanarak terör her yere bir şekilde ayrık otu gibi uzanmış vaziyette. Ve bir tarafta terör yapısı bir tarafta onunla gayrihukuki, illegal yapı… Bir tarafta onunla mücadele eden sizler, hukuki yapı hukuk çerçevesinde öyle de olmaya devam edecek, şikâyetimiz yok. Bir tarafta da terörün silahsız yapısı... Silahlıya destek veren yapı... Yani yardımcı kuvvetler. Yerine göre sadece şarkı söylüyor ama üç şarkının arasında bir tane de seyirciye bir şeyler söylerken arada bir güzel cümle sarf ediveriyor. Ne alırsan al, ne anlarsan anla. Sanat icra ediliyor sahnede. Ne yapacaksın, sanata karşı değiliz ama işte bunları bir cerrah hassasiyetiyle ayırt etmek durumundayız, bunları hepimiz bilmek durumundayız. Terör, terörle mücadele, bir de mücadele edenle mücadele eden bir yapı var. O psikolojik harekâtın farkındayız.”
“O kadar hınç var ki devlete karşı, kendi paçavra ara sözleşmelerinde, devlet olmayan bir organizasyon. Yani Türk devletine düşmanlar, bunu anladık da kendilerinin kurmak istedikleri organizasyonda bile devleti kullanmayacak kadar devlet düşmanlığı var. Ne o zaman peki, devlet nedir, ne yapar? Devlet düzendir, devlet hukuktur, devlet hiyerarşidir, devlet mülkiyettir, devlet namustur, devlet özgürlüktür, eğitimdir, sağlıktır, devlet hayatın ta kendisidir. O halde devlet olmayan organizasyon, kim güçlü ise o anda, onun devleti. Gücü yeten yetene, kim egemense onun devleti. Birbirini yiyen insanların topluluğu... İnsan insanın kurdudur. Kim kimi yiyebilirse, kimin ağzı, dişleri kuvvetliyse, devlet o. Ve bunun peşine takılan sempatizanlar. Bir gün o gerçeği yaşasalar, bir gün değil bir saat, 10 dakika yaşasalar biliyorum ne yapacaklar ama kurtuluşu yok, şakası yok çünkü gidenlerden kurtulanların ifadeleri her şeyi ortaya koyuyor. Ben söylüyordum, şimdi itirafçılar söylüyor. Domuz etinden Zerdüştlüğe kadar, bilmem hangi ulustan, kardeşlikten, çok özür dilerim eşcinselliğe kadar, her türlü namussuzluğun, ahlâksızlığın, gayriinsanî durumun olduğu bir ortam. Girişi var, çıkışı yok. Girişi korku, çıkışı ölüm. Böyle bir yapı.”
İçişleri Bakanımızın “namussuzluk,
ahlâksızlık, gayriinsanî durum” diye nitelediklerine bakar mısınız? Dini
özgürlükler, inanç özgürlüğü çikletini sürekli çiğneyip sonra da başka bir dine
saldırmanın ileri demokrasinin temel yasalarından olduğu aşikâr. Peki, domuz
eti yemek ne zaman suç oldu? “Çok özür
dilerim eşcinsellik” ne demektir? Ya da “bilmem hangi ulustan”? Homofobinin, ırkçılığın bu kadarına pes
artık. Zaten “inanç özgürlüğü”nden
bahsedenlerin önemli bir kısmının inançtan kastettiği İslâm, hadi bir de Hıristiyanlık,
Yahudilik. Diğerlerine inananlar –unutmadan bir de inanmayan sapıklar var,
allah göstermesin– zaten “çok
affedersiniz(!) namussuz, ahlâksız”. Ne diyelim ileri demokrasimiz sağolsun.
Büşra
Ersanlı’nın tutuklanması üzerine yaptığı meclis konuşmasıysa ileri demokrasinin
adalet mevhumu konusundaki bakış açısını yansıtması açısından oldukça
aydınlatıcı. Ersanlı’nın tutukluluğunu
şu gerekçelerle savunan, Ersanlı’nın soy-sop kütüğünü suçluluğu yönünde delil
olarak gören Bakan Şahin 30-40 yıl önceki yaşantısını da argümanlarına destek
yaparak handiyse, Ersanlı’nın çocukluk yıllarını dava konusu yapmaya
vardırmıştı işi:
"Bir profesör tutuklanır mı? Bir
kadın tutuklanır mı?' Ben cevap veriyorum; kadın olduğu için tutuklanmıyor,
profesör olduğu için tutuklanmıyor. “Dersimiz
siyaset, konumuz ayaklanma” eğitimini yapıyorsa birisi, yapmaya devam
ediyorsa, Büşra Ersanlı profesör hanımefendinin 80 öncesi gençlik yıllarına bir
yolculuk yapmanızı tavsiye ederim. Hangi suçtan, hangi komünizan faaliyetten
mahkûm olduğunu, cezaevinde yattığını, akrabalarının kim olduğunu, eniştesinin
bu ülkede bir başka faaliyetten tutuklu olduğunu, bir başka sevdanın yolcusu
olduğunu araştırırsanız görürsünüz…[8]”
Peki
buna ne buyrulur? 13 askerin hayatını kaybettiği Silvan saldırısının ardından
bölgeye giden Bakan Şahin, havalimanında yaptığı açıklamada [9], Türkiye’nin
özgürlüklerin alabildiğince yaşandığı bir ülke olduğunu belirterek “Herkesin aklını başına alması gerekiyor. Bu
ülke özgürlüklerin alabildiğince var olduğu ve doya doya yaşandığı bir ülke.
Var olan özgürlüklerin varlığını itiraf edecek kadar beyni, aklı özgürlükten
yoksun olan birtakım insanlar var. Bu gerçekle karşı karşıyayız” demişti.
Ardından
askerlerin yanarak can vermesine sebep olan yangının çıkış nedenine ilişkin ortaya
atılan bir takım iddialar olduğunun hatırlatılması üzerine ise yangının
sebebinin her şey olmuş olabileceğini kaydeden Şahin, şu rasyonel açıklamayı
yapmıştı: “Yangın çıkmıştır, yangının
sebepleri, şu anda çıkmış olan yangını geri getirecek değildir. Yanan ağaçlar
orada kaybolan canları geri getirecek değil... Sebebi bellidir. Üç beş tane
sebebi vardır: Yani yangın ya ateşle çıkar, ya bombayla çıkar, ya roketle
çıkar, ya benzinle çıkar. Çıkar yani, netice itibariyle yanmıştır, yakılmıştır.
Yani sebebini araştırmak, sebebini söylemek bir şey ifade etmiyor şu anda. [9]”
Bu açıklamayı okurken, acaba yazıda teknik bir hata mı var diye düşünüp,
başka sitelere de bakma ihtiyacı hissettiğimi söylemeden geçemeyeceğim.
Bakan
Şahin’in bir taziye ziyareti daha var ki buna hangi sıfat kullanılır ben bilemedim.
Geçtiğimiz yıl Samsun’da düğünden dönerken terörist zannedilerek üzerlerine
ateş açılan 2 kardeşten 16 yaşındaki Gökhan Çetintaş vurularak hayatını kaybetmişti.
Şahin, aileye, vurulan oğullarıyla ilgili
taziyeye gitmeden önce Samsun Valiliği’nde yaptığı açıklamada [10], başlangıcı
ve tedbiri itibariyle memnuniyetle ifade edebilecekleri bir an yaşandığını dile
getirerek, "Memnuniyet verici tarafı
jandarmamız istihbarat alarak tedbirini almıştır. Maalesef üzüntülü tarafı da
bu tedbire terörist değil de terörist zannedilen şüpheli iki kardeş, şahıs
rastlamıştır. Dur ihtarına uyamamışlardır, panik yapmışlardır. Gece vaktidir.
Duyum alınmıştır. Teröristin geçiş güzergâhıdır, talihsiz bir şekilde onlar
geçmişlerdir ve biri vefat etmiştir. Üzüldük, en başta jandarmamız üzüldü. Tüm
Türkiye üzüldü." diye konuşabilmişti. Burada da kalmamış, jandarmanın
gösterdiği dikkate biraz daha ilave etmesi gerektiğini belirtirken, tüm
yurttaşların da sorumlu ve dikkatli olması gerektiğini söyleyerek hepimize de
uyarısını yapmıştı: "Orada talihsiz
bir an yaşandı. Anlaşılması bakımından şunu söyleyebilirim. Orada jandarmamız
sorumsuzca ve hesapsızca bir eyleme, hesapsızca bir eylem davranış içinde
olsaydı ikinci kişi de ne yazık ki hayatını kaybedebilirdi. Orada dikkatli bir
tedbire rağmen bir kardeşimiz hayatını kaybetmiştir. Bununla ilgili adli
takibat başlatılmıştır. Devam ediyor. Bundan sonrası yargının vicdani kanaatine
ve takdirine göre sonuçlanacaktır. Her olayda olduğu gibi bu olaydan da hem
Samsun olarak, hem de Türkiye olarak vatandaş dikkatinin ve sorumluluğunun
önemini görüyoruz. Jandarma ve polisimizin gösterdiği dikkate biraz daha ilave
etmesi gerektiğini ders olarak çıkartıyoruz. Ümit ediyoruz bu tür hatalarla bir
daha karşılaşmayız."
İki
kardeşin ailesini ziyaretinde söyledikleriyse, bir oğlunu kaybetmiş aileye
yapılabilecek en anlamlı açıklamaydı [11]:
“Allah sabırlar versin. Sizin acınız
bizim de acımız. Hayat bu, acısıyla, tatlısıyla, sevinciyle birlikte yaşanıyor.
Allah başka acı vermesin. İnşallah onun acısını da bir güzellikle sizden alır
götürür. Gazetelerde babanın beyanatını okudum, ‘Allah bana öbür evladımı
bağışladı’ dediniz. Biz de aynı şeyleri düşünüyoruz, her şey olabilir hayatta,
o da olabilirdi. Yani böyle pozitif bakmak bir de olaya öbür taraftan bakıp
görebilmek hakikaten beni mutlu etti. Ben de öyle baktım. Aksilik ya, öbürü de
ölebilirdi. Sonuçta bir an, bir mekân, bir zaman, bir ortam var. Bunun bir de
arka planı var, durup dururken olmuyor. O kadermiş, yaşanacakmış, yaşandı.
İnşallah siz de, bir başkası da bu tür bir tatsızlığı, bu tür bir acı sürprizi
yaşamaz.” Ne kolay değil mi, n'apalım vatan sağolsun...
Hatırlarsınız
geçenlerde TBMM Genel Kurulu'nda, BDP,
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin hakkında gensoru önergesi vermiş, ancak
önergenin gündeme alınması kabul edilmemişti. Bakan Şahin yaptığı açıklamada
[12] "BDP'nin
bağlı bulunduğu, organik bağı olduğu KCK yapılanması,
yani ülkeyi bölme, yıkma amaçlı, 30 yıldır meşgul eden, lanetli yapının
uzantısı" dedikten sonra bazı fotoğraflar göstermişti. "Bu yapı nedir?" diye soran
Bakan Şahin, "Mardin
Nusaybin'de BDP
tarafından 2008'de yaptırılan kültür merkezinin duvarındaki Zerdüştlük ve
Yezidilik inancına ait semboller. Bu yapı, PKK terör
örgütünün kandırarak, kaçırarak, dağa, sınır ötesine, yurt dışına götürdüğü,
eğittiği insanlara yaşattığı bir hayatın resmidir. Bu yapıda İslam inancı yoktur,
yapının tek özü önce Müslüman olmamak, sonra hiçbir dine mensup olmamaktır,
dinsizlik yapısıdır. Bu yapıda kesilmiş olan yayladaki koyun değil,
örgütün avlayarak kestiği, mensuplarına yedirdiği domuzdur. Bu yapı inancı yok
eden benim Kürt kardeşimin inancını, ahlakını, namusunu rencide eden yapıdır.
Bu yapıda sahte namaz, dalga geçerek saf tutma, oruç tutmadan açılan iftarlar,
sahte imamlar, sahte paraların cebinde olduğu imamlar vardır. Bu yapının özünde
Kürtlerin peygamberi hâşâ Başkan Apo vardır. Bu yapının uzantısından bu
memlekete hiçbir hayır gelmemiştir.” diyerek Zerdüştlük ve Yezidilik
inancının Türkiye’de suç olduğunu, domuz yemenin kanunlarımızda yer
alamayacağını, dini özgürlükten kastedilenin Sünni İslam inancının AKP
onayından geçmiş hükümlerle sınırlı olduğunu bir kez daha hatırlatmıştı.
Ben
bu yazıyı hazırlamaya çalışırken, yazıya alınabilecek daha birçok söylemde
bulundu bakanımız. Ama bir yerde de durmak lazım. Ne diyelim…
Çok yaşa İleri Demokrasi!
Çok yaşa Bağımsız Yargı!
Çok yaşa İnanç Özgürlüğü!
Not: Görseller İç-mihrak'a aittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder