Varolmanın
Dayanılmaz Hafifliği’ni okuyalı uzun zaman olmuş. Kitap okurken karakterler
gözünüzde ete kemiğe bürünür ya, hatta eğer sonrasında bir vakit -kitap filme
çekilmişse- filmini görürseniz “Ama bu, o değil ki!” dediğiniz olur (ya da
tersi), o şekilde birtakım belli belirsiz görüntüler geliyor gözümün önüne. Sabina’yı, Tomas’ı veya Tereza’yı, hayal meyal
gözümde canlandırabiliyorum ancak. Asıl hatırladığım, Milan Kundera’nın kitap
boyunca yer yer aktardığı kitsch sözcüğüne dair anekdotlar. Bu
anekdotlardan birisini alıntılamak istiyorum:
“Dünyanın Tanrı tarafından yaratıldığına inananlarla kendi kendine varlığa
kavuştuğunu düşünenler arasındaki tartışma, aklımızın ya da deneyimlerimizin
çok ötesindeki fenomenler alanına girmektedir. Çok daha gerçek olan, varlığı
insana armağan edildiği biçimiyle (nasıl ya da kimin tarafından olursa olsun)
kuşkuyla karşılayanlarla onu olduğu gibi, hiç karşı çıkmadan kabul edenleri
birbirinden ayıran çizgidir.
İster dini olsun ister
politik, bütün Avrupalı inançların ardında, bize dünyanın eksiksiz yaratıldığını,
insan varoluşunun iyi olduğunu, bu nedenle de çoğalmamız gerektiğini söyleyen
Yaradılış Kitabı’nın birinci bölümü yatar. Bu temel imana ‘varoluşla kesin
uzlaşma’ adını verelim.
Son zamanlara kadar bok
lafının basında b.. olarak geçmesinin ahlâki kaygılarla hiçbir ilgisi yoktur.
Bokun ahlâksızlık olduğunu öne süremeyiz herhalde, değil mi? Boka karşı çıkma
metafizik bir karşı çıkıştır. Her gün yaptığımız dışkılama işi yaradılışın
kabul edilmezliğinin günbegün kanıtlanması demektir. Ya/ya da: Ya bok kabul
edilebilir bir şeydir (bu durumda banyonun kapısını kilitlemeyelim) ya da kabul
edilemeyecek bir biçimde yaratılmışız demektir.
Bundan da şu çıkıyor demek
ki; ‘varoluşla kesin olarak uzlaşma’nın önerdiği estetik ülkü, bokun
reddedildiği ve herkesin bok yokmuş gibi davrandığı bir dünyadır. Bu estetik
ülkünün adı kitsch’dir.
Kitsch, o duygusal
ondokuzuncu yüzyılın ortasında doğmuş Almanca bir sözcüktür, oradan da Batı
dillerine geçmiştir. Ne var ki çok sık kullanılmaktan özgün metafizik anlamını
kaybetmiştir sözcük; kitsch, sözcüğün hem gerçek hem de eğretileme anlamında,
bokun kesin reddidir, kitsch insan varoluşunda temelden kabul edilemez olan
herşeyi kapsam dışına atar.”
Son yıllarda ‘kibar’ olmanın adeta alâmet-i farikası
sayılan ‘tuvalet’ yerine ‘lavabo’ ifadesinin kullanımının, aklıma bu yazıyı
getirmesinin nedeni anlaşılmıştır sanırım. Bu yapay kibarlık furyasından
kendini korumak kolay da değil üstelik. Dile yerleşmiş bir kelime yerine yapay
bir şekilde bir yenisi ikâme ediliyor (üstelik her ikisi de daha önce farklı
kavramları tanımlamak için kullanılmış), bu kullanım zaman içinde normalleşiyor
ve ardından bu kelimeyi tercih etmeyenler kaba, görgüsüz tipler olarak
görülüyor. Doğrusu bu kullanımı ben de pek yadırgamıyorum artık. Gerçi bazı
lokantalarda garson, ya da herhangi bir görevli “Pardon, tuvalet nerede?”
şeklindeki sorunuza, alaycı bir ifadeyle (handiyse gülmesine zor engel
olurcasına) “Lavabo, şurada...” vs. tarzında bir yanıt verince o iğreti
kibarlık gösterisi bana çok ahmakça görünüyor. Geçen gün başıma gelen durumsa
evlere şenlik. Bir kafenin tuvaletindeyim, yanımda bir kadın var. Lavabonun
önünde klasik el yıkama, saç düzeltme durumları. Ardından kadın lavaboya
sırtını dönüp, kapalı olan tuvalet kapısını işaret ederek, “Lavabo dolu mu?” diye
sorunca önümde lavabo, arkamda tuvalet bir an olsun afalladıktan sonra
"Hmm, evet..." diye bir şeyler geveleyebildim ancak. Bu kadarı biraz
ahmakça olmuyor mu sizce de?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder